Omurgasızlar
- Omurgasız Canlılar
Omurgasızlar omurgalıların dışında kalan bütün hayvanları kapsar. Günümüz sınıflandırmalarında bir altfilumu oluşturan Vertebrata (omurgalılar) dışındaki hayvanlar, eskiden Invertebrata (omurgasızlar) grubunda toplanıyordu. Ama artan bilgilerin ışığında böylesi bir sınıflandırma yapay duruma düşmüş ve omurgasızlar adı bir sınıflandırma düzeyini gösterecek biçimde kullanılmaz olmuştur. Varlığını sürdüren hayvanların yüzde 90’ ından çoğu omurgasızdır. Boyutları, ancak mikroskop altında görülebilen tekhücreliler ile dev kalamarlar arasında değişir. Omurgadan ve kasların bağlandığı sert bir iç iskeletten yoksun olmalarına karşın birçoğu sağlam bir dış iskeletle korunmuştur.
1-Süngerler
Süngerler latincede Porifera olarak adlandırılır. Yaklaşık 5 bin türü tanımlanmış, suda yaşayan hayvan filumu olarak genelleme yapabiliriz. En ilkel çok hücreli hayvanlar arasında yer alan süngerler, genellikle dallanmış biçimleri ve kısa süren lavra evreleri nedeniyle bitki sanılmış, hayvanlara özgü yapı ve özellikleri ilk 1755’te çıkarılmıştır.Kaynakwh: Süngerlerin yalnız 20 kadar türü (Spongilla cinsi) tatlı sularda, geriye kalan büyük bölümü denizlerde yaşar. En derin denizlerde bile rastlanabilen süngerler, en çok denizlerin tropik ve astropik kesimlerinde yaygındır. Birçok türün uzunluğu birkaç santimetreyi aşamazken, bazılarının boyu 2m’ yi geçmektedir. Süngerlerin belirli organları, dokuları, özgül biçimi, belli bir bakışımı yoktur. Ortadaki sindirim boşluğunu saran iki katlı bir çeperden (dış deri ve iç deri) oluşan (diploblastik hayvanlar) çok hücreli canlılardır;iç deri (endorm) yakalı kamçılı hücrelilerden (koanosit) oluşur. Bu hayvanlarda sinir sistemi yoktur. Hayvanın içinden geçen ve onun mikrofaj beslenmesini sağlayan su akımı, çok sayıda delikten girer; delikler titreyen sepetçiklere, onlarda bir merkezi girişe açılır. Su oradan, anusa benzetilebilecek büyükçe bir delikten (oskulum) dışarı çıkar. Dış ve iç hücre katmanları arasında mesoglea denen ve içinde serbestçe hareket eden amipsi hücrelerin (amibosit) bulunduğu jölemsi bir katman yer alır.Kaynakwh: Süngerler 3 sınıf altıda toplanır: Calcispongiae (Calcarea), Hyalospongiae (Hexactinellida) ve Demonspongiae. Calcispongiae yada kalkerli süngerlerin üyeleri, kalsiyum karbonat iğneciklerinden kurulu iskeletleriyle ayırt edilen deniz süngerleridir. Hyalospongiae yada silisli cam süngerlerinin iskeleti silisli ve genellikle 6 eksenli iğneciklerden kuruludur. İğnecikler kesintisiz bir ağ oluşturacak şekilde birleşebilir. Demonspongiae yada silisli süngerler 4.200 dolayında türdeki en geniş sünger sınıfıdır. İskeletleri sponjin denen, yalnızca süngerlere özgü bir madde içerebilen bu sınıf üyelerinin çoğu sığ sularda yaşar.Süngerlerde bulunan amipsi hücreler küre biçimli yumurtaları üretir. Döllenmeden sonra oluşan lavralar gövdelerini çevreleyen kirpiklerin yardımıyla uygun bir yüzeye tutunana dek yüzerler. Burada hızla gelişen lavra çok geçmeden erişkin sünger hayvanına dönüşür.Bazı türler tomurcuklanma yoluyla eşeysiz olarak da ürer. Tomurcuklar daha sonra ana süngerden ayrılarak gelişimini bağımsız bir biçimde sürdürür.
2-Örümceğimsiler
Arachnidalar, Arthropoda (eklembacaklılar) filumunun, başta örümcekler, akrepler, akarlar, keneler ve uyuz böcekleri olmak üzere, 70 bin kadar etçil ve karada yaşayan omurgasız türüdür.. Arachnida üyelerinin en belirgin özellikleri, iyi gelişmiş bir baş bölümü ile sert (kitinleşmiş) bir dış iskeletten oluşan bölütlü gövde yapısı ve çift sayıdaki eklemli gövde uzantılarıdır. Büyüme sürecinde birkaç kez kabuk (dış iskelet) değiştiren bu hayvanların gövdesi başlıca 2 bölümden oluşur: Kabaca böceklerin baş ve göğüs bölümlerine karşılık düşen ve sefalotoraks yada ön gövde (prosoma) denen başlı-göğüs ile art gövde yada opistosoma denen karın bölgesi. Ön gövde 6, karın 12 bölütten oluşur. Başlı-göğüs bölgesindeki 6 çift uzantının ilk çift genellikle kavrama organıdır; örümceklerde, zehir çengelleri denen bu kısa uzantının ikinci bölütü zehiri fışkırtmaya yarayan bir saldırı organına dönüşmüştür. Dokunma ayakları ve çene ayakları adıyla da bilinen ikinci çift (pedipalp), ya bacağa benzer dokunma organıdır yada hayvanın avını yakalamasına yarayan, kıskaca benzer kavrama organıdır. Bazı türlerde, dokunma ayaklarından her birinin en alt bölütü kesici yada parçalayıcı bir organa dönüşerek, beslenme sırasında ağız parçalarına yardımcı olur; örümceklerde, dokunma ayaklarının en uç bölümü özel bir çiftleşme organı görevini üstlenir.Arachnida sınıfının yaşayan 11 takımı, yeryüzündeki dağılımlarına göre 3 büyük grup içinde toplanabilir. Araneida (örümcekler), Opiliones, Pseudoscorpiones (yalancı akrepler) ve Acarina (keneler, akarlar, uyuz böcekleri) üyeleri dünyanın her yerine yayılmıştır. Kuzey bölgelerinde oldukça seyrek, buna karşılık tropik ve astropik bölgelerde çok bulunan türler, Scorpionida (akrepler), Solifugae (böğler yada poylar), Amblypygi (kuyruksuz kamçılı akrepler) ve Uropygi (kuruklu kamçılı akrepler) takımındandır. Çok dar ve sınırlı bir dağılım gösteren takımlar ise Palpigradi, Ricunulei ve Schizomida’dır.Arachnida sınıfından eklembacaklıların kur yapma ve çiftleşme davranışları oldukça ilginçtir. Genelleme yapmak pek kolay olmamakla birlikte, erkek çoğunlukla spermini dişiye doğrudan aktarmaz. Bazı türlerin erkeği spermini yere yada ağına bırakır; akrep ve yalancı akrepler, içinde sperma hücresinin bulunduğu bir sıvı damlacığını taşıyan, jelatinsi yapıda bir sperma kesesi oluştururlar. Çoğu türlerde erkek kimyasal bir madde salgılayarak dişiyi eşleşmeye çağırır; görüşü keskin olan türlerde ise göz alıcı renkleriyle dişini ilgisini çekmeye çalışır. Arachnida üyelerinin büyük bölümü yumurtayla, bazı türler (örn. akrep) ise doğurarak ürer. Bu türlerde, döllenmiş yumurtalar dişinin içinde gelişir ve yavrular canlı olarak doğar. Analık duygusu pek gelişmemiştir ama, dişi akrep en azından kabuk değiştirinceye kadar yavrularını sırtında taşır.Akarlar ve kenelerin gelişme ve büyüme çevrimi, Arachnida sınıfının öbür üyelerine göre biraz daha değişiktir. Bu türlerde yumurtadan çıkan 6 bacaklı lavra (kurtçuk), erişkin duruma gelmeden önce bir yada birkaç kez başkalaşım evresinden geçer (nemf). Acarina üyelerinin çoğu yumurtlar; bazıları ovovivipardır, yani yumurtlama sırasında yada hemen ardından yavrular yumurtadan çıkmaya hazırdır; bu türler arasında döllenmesiz çoğalmaya da (partenogenez) rastlanır. Beslenme alışkanlıkları da türler arasında oldukça büyük değişiklikler gösterir. Opiliones takımının bazı üyeleri uzun bacaklarıyla avlarının peşinde koşar yada otların arasında yiyecek ararken, yalancı akrepler bir ava rastlayıncaya değin ağır ağır dolaşırlar. Bazı kamçılı akrepler daha çok geceleri avlanır, gerçek akrepler ile örümcekler ise avını yakalamak için sessizce beklemeyi tercih ederler. Arachnida üyeleri içinde en değişik beslenme alışkanlığına sahip grup, salgıladığı ipek iplikçiliklerini bazen bir avlanma aracı , bazen bir tuzak gibi kullanan örümceklerdir; ağ kuran türler genelde avın tuzağa düşmesini sabırla beklerken, bazı örümcek türleri de avlanmak için çok ilginç yöntemler geliştirmişlerdir.
3-Derisidikenliler
Echinodermatalar, gövdeleri ser ve dikenli bir kabukla örtülü çok sayıda deniz hayvanını kapsayan filumdur. En derin okyanus çukurlarından gelgit bölgelerine kadar denizlerin bütün derinliklerinde görülebilen derisidikenlilerin 20’yi aşkın sınıfı tanımlanmıştır; bu sınıflardan çoğunun soyu tükenmiş, yalnızca beş sınıftan 6 bin kadar tür bugüne dek varlığını koruyabilmiştir. Derisidikenlilerin bugün var olan bu 5 sınıfı Crinoidea (denizlaleleri ve tüy yıldızlar), Asteroidea (deniz yıldızları), Ophiuroidea (yılan yıldızları), Echinoidea (deniz kestaneleri) ve Holothuriodea (deniz hıyarları)’dır. Bazı uzmanlar Asterozoa altfilumu içindeki Asteroidea ve Ophiuroidea sınıflarını, aralarındaki yakın ilişkiye dayanarak Stelleroidea sınıfının altsınıfları olarak kabul ederler.Derisidikenlilerin en belirgin özelliği, kalsiyum karbonattan oluşan iskeletleri ve erişkinlerde beşli ışınlı bakışım gösteren gövde yapısıdır. İskelet yapısı ya deniz kestanelerinde olduğu gibi sert levhaların kaynaşmasıyla oluşmuş, içi oyuk bir kabuk biçimindedir yada pürüzsüz, çok sayıda ayrı ayrı kemik levhacık kaslarla birbirine bağlanmıştır. Deniz laleleri ile tüy yıldızlarda her iki iskelet biçimi birlikte görülür; asıl gövde bölümünde iskelet levhacıkları kaynaşmış, sap bölümünde ise eklemli bir yapı kazanmıştır. Yumuşak gövdeli deniz hıyarlarında ise, iskelet levhacıkları iyice küçülerek mikroskobik parçacıklara bölünmüştür.Yaşayan derisidikenlilerin bütün sınıflarda egemen olan bakışım (simetri) düzeni, genellikle 5 eksenli olan ışınsal bakışımdır; soyu tükenmiş türlerde görülen iki yanlı bakışım ise, yaşayan türlerden çoğunun yalnızca lavra evresine özgüdür. Ununla birlikte, deniz kestanelerinin bazı türleri erişkinlikte iki yanlı bakışımı korurken, erişkin deniz hıyarları da dıştan iki yanlı, içten ışınsal (beşli) bakışım gösterir. Özellikle savunmaya, ayrıca istenmeyen parçacıkların vücuttan atılmasına yarayan kıskaçsı organlar (pedisel) deniz kestanelerinde ve deniz yıldızlarında bulunduğu halde, öbür 3 sınıfın üyelerinde bulunmaz. Deniz kestanelerinde ayrıca 40 iskelet levhası ile kaslardan oluşan karmaşık yapılı bir çiğneme aygıtı (Aristo feneri) vardır.Derisidikenlilerin çoğu ayrı eşeylidir. Üreme genellikle spermanın yumurtayı döllemesiyle eşeysel yoldan gerçekleşir; yalnız deniz yıldızları ile deniz hıyarlarının birkaç türünde bölünmeyle eşeysiz üreme görülür. Eşeyli üremede yumurta ve spermalar denize dökülür ve döllenme su içinde gerçekleşir. Dişiler genellikle yılda bir kez ve milyonlarca yumurta döker. Döllenen yumurtalar, yumurtanın iriliğine bağlı olarak iki ayrı gelişme çizgisi izler. Az besin içeren küçük yumurtalardan serbestçe yüzebilen lavralar çıkar; bunlar bir süreliğine planktonlarla beslendikten sonra başkalaşım geçirir ve deniz tabanına yerleşir. Daha bol besin içeren iri yumurtalarda, embriyon gelişmesini yumurta içinde tamamlar ve lavra evresinden geçmeksizin doğrudan erişkine dönüşür.Derisidikenlilerin çoğu, kopan gövde parçalarını kolayca yenileyebilir.Örneğin denizyıldızlarında, ortadaki gövde diskinden küçük bir parçanın kalmış olması koşuluyla, tek bir koldan yeni bir birey gelişebilir.Derisidikenlilerin büyük bölümü, dibe çökelmiş yada yüzen çok küçük organik maddelerle, denizkestaneleri ile denizyıldızlarının birçoğu ise bitkilerle beslenir. Yalnız bazı deniz yıldızları özellikle yumuşakçalara dadanan etçil hayvanlardır
.4-Çok bacaklılar
Çok bacaklılar, çok ayaklılar olarak da bilinir. Omurgasızların Arhropoda (eklembacaklılar) filumundan Diplopoda (kırkayak) , Chilopoda (çıyan), Psuropoda ve Symphyla sınıfları ile soyu tükenmiş Achipolypoda grubunun üyelerine verilen ortak addır. Bazı uzmanlar bu hayvanları Myriapoda sınıfı altında toplar ve yukarıda sözü edilen sınıfları birer altsınıf olarak kabul eder. Küçük bir grup olan çok bacaklıların günümüze değin 11 bin yaşayan türü sayılmıştır.Çok bacaklılar bir çift duyarga, çiğneyici çeneler ve solunum trakerleri gibi birçok çift bacakla donanan kara eklembacaklıları sınıfıdır. Bir çok bacaklının çoğunlukla birbirinin aynı birçok halkasının her biri bir yada iki çift bacak taşır. Cinsellik deliği ya bir tanedir ve arkada bulunur (Chilopoda sınıfı) yada iki tanedir ve öndedir (üyelerinin her halkasında iki bacak bulunan kırkayaklar ve gelişmemiş sineklere benzeyen Symphyla alt sınıfı). Bütün çok bacaklılar yumurtlayarak ürer.Çok bacaklılar genellikle seyrek görülen hayvanlardır. Bazıları geniş kitlesel göçlerle dikkat çekerken, bazıları da ev ve öbür yapıların kuytu köşelerinde barınır. Yaşayan 4 sınıfı ile tropik ve ılıman bölgelere büyük ölçüde dağılmış olan çok bacaklılar, bazı yerlerde toprağın organik bölümünü (humus) kaplayarak toprak faunasında öne çıkarlar. Çeşit ve sayıca en çok ormanda bulunursalar da, çıyanlar başta olmak üzere kimi kırkayak türleri otlak yada yarı kurak çevrelerde bulunur.
5-Solucanlar
Solucan sınıfı Platyhelminthes (yassı solucanlar), Anelida (halkalı solucanlar), Aschelminthes (yuvarlak solucanlar) ve Pogonophora (sakallı solucanlar) filumlarını kapsar. Bazen Aschelminthes grubunu oluşturan Nematoda (iplik solucanlar), Rotifera, Gastrotricha, Kinorhyncha ve Pripalida sınıfları filum düzeyine yükseltilerek sınıflandırılmaktadır. Yer solucanları, Oligochaeta sınıfından halkalı solucanların karada yaşayan en tanınmış üyeleridir.Solucanların gövdesi ince uzun, silindir biçiminde yada yassılaşmış ve genellikle uzantılardan yoksundur. Uzunlukları 1mm ‘nin altından başlayarak 15m’yi aşabilir. Denizlere, tatlı sulara ve karalara yayılmış olan bu hayvanların bir bölümü asalak, öbürleri serbest yaşar
. 6-Böcekler
Böcekler Arhropoda (eklembacaklılar) filumunun Insecta (böcekler) sınıfını oluşturur. Böcekler hayvanlar aleminin en geniş filumudur: hem birey sayısı hem de uyum sağlama ve yeryüzüne dağılım açısından. Böcekler sınıfı 2 alt sınıfa ayrılır: Apterygota (kanatsız böcekler) ve Pterygota (kanatlı böcekler). Apterygota altsınıfının Protura, Thysanura (kılkuyruk), Diplura ve Collembola (yay kuyruk) gibi 4 takım içinde sınıflandırılan üyeleri ilkel, kanatsız ve genellikle başkalaşmasız böceklerdir; bunlarda, erişkinlerin ağız parçaları baş kapsülüne tek bir noktada eklemlenir. 27 takımdan oluşan Pterygota altsınıfının üyeleri daha üstün yapılı, kanatlı, kanatlı ve başkalaşma geçiren böceklerdir; bunlarda, erişkinlerin ağız parçaları baş kapsülüne iki noktada eklemlenir. Bu altsınıfın iki bölümünden biri olan Exopterygota, yarı başkalaşmalı böcekleri içerir ve 17 takıma ayrılır: gün sinekleri, hamamböceği, cırcırböceği, kulağa kaçanlar, cadı çekirgeleri, eşkanatlılar, termitler, ısırıcı bitler, tahta kurusu... Altsınıfın ikinci bölümü olan ve tüm başkalaşmalı böcekleri içeren Endopterygota bölümü ise 10 takıma ayrılır: deve sinekleri, kelebek, arı, karınca, sinekler,pireler...Bütün eklem bacaklılarda olduğu gibi, böceklerin de bacakları eklemli, gövdeleri bölütlü ve genellikle bir dış iskeletle korunmuştur. Bu sınıfın üyelerini eklembacaklıların öbür sınıflarından ayıran temel özellikler ise şunlardır: Öbür eklembacaklılarda gövde 2 bölümden oluşurken, böceklerde baş, göğüs ve karın olmak üzere 3 bölümden oluşur; Öbür eklembacaklıların hiçbirinde kanat bulunmazken, bu sınıfın üyelerinin çoğu kanatlıdır; öbür eklembacaklılardaki en az 4 çift bacağa karşılık böceklerin 3 çift bacağı vardır. Nitekim bazı uzmanlar böcekler sınıfını, altı bacaklı anlamına gelen Hexapoda terimiyle adlandırır.Böceklerin başlıca özelliklerinden biri olan kanat yapısı ise, sınıflandırma ve adlandırmada temel olarak alınır: Düzkanatlılar, yarım kanatlılar, kın kanatlılar, pul kanatlılar, zar kanatlılar gibi.Böceklerin yaşam çevrimi genellikle yumurtayla başlar. Türlerin çoğunda, çevre koşulları elverişli olmadıkça lavra yumurtanın içinden çıkmaz ve türden göre ya duraklama durumuna geçerek gelişmesini erteler yada gelişmesini tamamladıktan sonra uyku durumuna geçerek koşulların düzelmesini bekler. Yumurtadan çıkan lavra, kitinli kabuğu sertleşinceye değin hava yutarak şişer. Bu dış iskelet bir kez sertleştikten sonra artık büyümediği için, böcek geliştikçe bu daralan kabuğu atıp, yeni ve daha geniş bir kabuk oluşturarak birkaç kez deri değiştirir. Böceklerin lavra biçimleri 5 grupta toplanabilir : tırtıla benzeyen lavralar, tombul ve kıvrık lavralar, uzun,yassı ve hareketli lavralar, telkurduna benzeyen lavralar ve bacaksız lavralar.Hemen hemen bütün böceklerde eşeyli üreme, bazılarında döllenmesiz çoğalma, bir bölümünde de tek eşeylilik görülür
.7-Yumuşakçalar
Latince adı Molusca dır. Tipik bir yumuşakçanın bedeni bir baş, bir iç organlar kütlesi ve bir ayaktan oluşur; bunların hepsi manto denilen bir zarla kaplıdır. Mantonun başlıca görevi kavkı salgılamaktır. Kavkı iki çenetli, koni biçiminde, helezon gibi kıvrık, deri altında körelmiş durumda, birçok levhaya bölünmüş (kiton), sarmal bölgelere ayrılmış (Nautilus) olabilir; kavkı erişkinde büsbütün yok olabilir ama embriyonda muhakkak bulunur.Yumuşakçalarda bakışım hemen hemen iki yanlıdır; beden bölütlü değildir, ama bazı organlarda bölütlenme izlerine rastlanır Genellikle etli olan ayak çoğunda sürünerek yürümeye (karından bacaklılar), yeri delmeye (iki çenetliler), yüzmeye ve besinleri yakalamaya yarar(kafadan bacaklılar).Yumuşakçalar beş sınıfa ayrılır: İlkel yumuşakçalar(kiton), karındanbacaklılar (genelde sarmal kavkılıdırlar), Scaphopoda (sayıca çok azdırlar), iki çenetliler ve kafadan bacaklılar(ahtapot,mürekkep balığı). Sölom iki boşluk halindedir; birinde eşeysel bez, ötekinde perikart bulunur. Yumuşakçaların yumurtaları bol vitellüslü olduğundan genellikle iridir. Yumurtalar genellikle çok karmaşık organlarda ayrı ayrı yada bir arada bulunabilir. Lavra yüzücüdür ve bir perdeyle kaplı örtülü bir evre geçirir; bu evre kafadan bacaklılarda yoktur ve karından bacaklı kara yumuşakçalarında lavra iri bir vitellüsle örtülüdür.
8-Kabuklular
Kabukluların iki çift duyargaları, birleşik gözleri, çoğunlukla göğüsle kaynaşmış bir başları vardır. Bu sınıfa ıstakoz, yengeç gibi solungaçlarla donanan eklem bacaklılar dahildir.Kabuklular temel özellikleriyle öbür hayvanlardan ayrılır. Bedenleri bir baş ile iki ayrı bölgede toplanan (göğüs ve karın) bir dizi bölüt (yada halka) içeren bir gövdeden oluşur. Bölütlerin sayısı gelişmiş kabuklularda 19 yada 20’dir. Çoğunlukla bir yada birçok göğüs bölütüyle kaynaşarak baş, bir başlıgöğüs oluşturur. Göğüs bölütlerinin her birinde, pereiopot adı verilen ve çiğneyici organlara, kıskaçlara yada ayaklara(yürümeye yada yüzmeye yarar) dönüşebilen bir çift eklenti vardır. Malacostraca cinsinin her kalın bölütünde pleopot denen bir çift eklenti bulunursa da öbür öbeklerin üyelerinde genellikle bu eklentilere rastlanmaz.Bütün kabuklulardaki ortak tek özellik, embriyo gelişmesi sırasında yada lavra yaşamının başında Nauplius adı verilen bir evreden geçmeleridir. Kabukluların çoğu ayrı eşeylidir. Eşey belirleyen genlerin erkelerde androjen bezlerinin salgıladığı hormonları denetlediği sanılmaktadır.Kabuklular özellikle denizlerin en derin yerlerine kadar ve tatlı sulara yayılan hayvanlardır. Bununla birlikte, bazıları karada yaşamaya uyarlanmıştır; bunların bazıları (karayengecigiller) yalnızca üremek için suya dönerler; bazılarıysa (Cloporta) yaşama çevrimlerinin büyük bölümünü karada geçirirler. Kabuklular karada iken genellikle kayaların kovuklarında yuvalanırlar
18 Aralık 2009 Cuma
BİR HÜCRELİ OMURGASIZ HAYVANLAR
Bir hücrelilerin hepsi sularda yaşarlar.
KökbacaklılarÖrnek :
AmipÖzellikleri:
— Vücudun belli bir şekli yoktur.— Beslenme ve hareketleri yalancı ayaklarla olur.— Eşeysiz olarak bölünmeyle çoğalırlarKamçılı hayvanÖrnek :
ÖGLENAÖzellikleri
:— Kloroplastları vardır. Fotosentez yaparlar.— Işığa duyarlı göz lekeleri vardır.— Kamçıyla yüzerek hareket ederler.— Eşeysiz olarak bölünmeyle çoğalırlar.— Hem bitki hem de hayvan özelliği gösterirler.
SPORLULARÖrnek
: Sıtma PlazmodyumuÖzellikleri :— Hepsi parazittir— Hareket organelleri yoktur.— Eşeysiz olarak sporlanarak çoğalırlar— Sıtma plazmodyumu “anofel” denilen sivrisineklerin tük-rük bezinde yaşar. Sivrisineğin insan kanını emmesiyleinsana bulaşır. İnsanda “sıtma hastalığı” nı yaparlar.Sıtma hastalığı “kinin” denilen ilaçla tedavi edilir.
HAŞLAMLILARÖrnek :
Terliksi hayvan (paramezyum)Özellikleri :— Hareketleri kirpiklerle(ince titrek tüyler) olur.— Eşeysiz olarak bölünerek çoğalırlar.— Besinlerini ağızla alırlar.— Boşaltım kontraktil kofullarla olur.— Bir hücrelilerin en gelişmiş örneğidir.
KökbacaklılarÖrnek :
AmipÖzellikleri:
— Vücudun belli bir şekli yoktur.— Beslenme ve hareketleri yalancı ayaklarla olur.— Eşeysiz olarak bölünmeyle çoğalırlarKamçılı hayvanÖrnek :
ÖGLENAÖzellikleri
:— Kloroplastları vardır. Fotosentez yaparlar.— Işığa duyarlı göz lekeleri vardır.— Kamçıyla yüzerek hareket ederler.— Eşeysiz olarak bölünmeyle çoğalırlar.— Hem bitki hem de hayvan özelliği gösterirler.
SPORLULARÖrnek
: Sıtma PlazmodyumuÖzellikleri :— Hepsi parazittir— Hareket organelleri yoktur.— Eşeysiz olarak sporlanarak çoğalırlar— Sıtma plazmodyumu “anofel” denilen sivrisineklerin tük-rük bezinde yaşar. Sivrisineğin insan kanını emmesiyleinsana bulaşır. İnsanda “sıtma hastalığı” nı yaparlar.Sıtma hastalığı “kinin” denilen ilaçla tedavi edilir.
HAŞLAMLILARÖrnek :
Terliksi hayvan (paramezyum)Özellikleri :— Hareketleri kirpiklerle(ince titrek tüyler) olur.— Eşeysiz olarak bölünerek çoğalırlar.— Besinlerini ağızla alırlar.— Boşaltım kontraktil kofullarla olur.— Bir hücrelilerin en gelişmiş örneğidir.
17 Aralık 2009 Perşembe
COĞRAFİ KEŞİFLERİN SONUÇLARI
Coğrafi Keşiflerin Sonuçları
Ticaret yolları yön değiştirdi
Keşfedilen yerlere göçler oldu
Kiliseye olan güven sarsıldı
Sömürge imparatorlukları kuruldu
Avrupanın ekonomik gücü arttı
Yeni ırklar, kültürler, hayvanlar ve bitkiler keşfedildi
Rönesans ve reform hareketlerinin doğmasına ortam hazırladı
Keşfeden ülkelerin ekonomisi arttı.
Ticaret yolları yön değiştirdi
Keşfedilen yerlere göçler oldu
Kiliseye olan güven sarsıldı
Sömürge imparatorlukları kuruldu
Avrupanın ekonomik gücü arttı
Yeni ırklar, kültürler, hayvanlar ve bitkiler keşfedildi
Rönesans ve reform hareketlerinin doğmasına ortam hazırladı
Keşfeden ülkelerin ekonomisi arttı.
RÖNESANSIN SONUÇLARI
Rönesans’ın sonuçları
Skolastik görüş ( Kilisenin dar görüşü ) yıkılmıştır.
Yerine pozitif ( Bilimsel ) düşünce hakim olmuştur.
Reform hareketlerini hazırlamıştır.
Bilim ve teknikteki gelişmeler hızlanmıştır.
Avrupa’da sanattan zevk alan aydın ( Mesen ) sınıf ve halk sınıfı oluşmuştur.
Din adamlarının ve kilisenin halk üzerindeki otoritesi sarsılmıştır.
Avrupa’nın her yönden gelişmesine ve güçlenmesine öncülük etmiştir
Skolastik görüş ( Kilisenin dar görüşü ) yıkılmıştır.
Yerine pozitif ( Bilimsel ) düşünce hakim olmuştur.
Reform hareketlerini hazırlamıştır.
Bilim ve teknikteki gelişmeler hızlanmıştır.
Avrupa’da sanattan zevk alan aydın ( Mesen ) sınıf ve halk sınıfı oluşmuştur.
Din adamlarının ve kilisenin halk üzerindeki otoritesi sarsılmıştır.
Avrupa’nın her yönden gelişmesine ve güçlenmesine öncülük etmiştir
RÖNESANSIN NEDENLERİ
Rönesans'ın Nedenleri [değiştir]
1Arapçaya çevrilmiş eski Yunan ve Roma eserlerin tercüme edilmesi.
2Kuzey Avrupa'dan gelen Novgorod kavimlerinin medeni Avrupa toplulukları üzerindeki yıkıcı etkisi.
3Coğrafi keşifler sonucunda zenginleşen ve güzel sanatlar gibi alanlara destek veren, sanatçıları destekleyip, koruyan bir sınıfın oluşması (coğrafi keşifleri yapan Burjuva sınıfı)
4Rönesans şu temel anlayışlara dayanıyordu.
5Yeryüzü ilgi çekici ve araştırılmaya değer bir yerdir,
6İnsan güçlüdür ve bu gücüyle büyük başarılar elde edebilir,
7İnsanın sürekli faal olması şerefli birşeydir ve
8Gerçek güzeldir. Bu anlayışlara bağlı olarak da yaşadığımız dünya o kadar ilgi çekici bir yerdir ki, başka dünyaları düşünmenin hiçbir anlamı yoktur anlayışı hakimdir
1Arapçaya çevrilmiş eski Yunan ve Roma eserlerin tercüme edilmesi.
2Kuzey Avrupa'dan gelen Novgorod kavimlerinin medeni Avrupa toplulukları üzerindeki yıkıcı etkisi.
3Coğrafi keşifler sonucunda zenginleşen ve güzel sanatlar gibi alanlara destek veren, sanatçıları destekleyip, koruyan bir sınıfın oluşması (coğrafi keşifleri yapan Burjuva sınıfı)
4Rönesans şu temel anlayışlara dayanıyordu.
5Yeryüzü ilgi çekici ve araştırılmaya değer bir yerdir,
6İnsan güçlüdür ve bu gücüyle büyük başarılar elde edebilir,
7İnsanın sürekli faal olması şerefli birşeydir ve
8Gerçek güzeldir. Bu anlayışlara bağlı olarak da yaşadığımız dünya o kadar ilgi çekici bir yerdir ki, başka dünyaları düşünmenin hiçbir anlamı yoktur anlayışı hakimdir
RÖNESANS
Rönesans, Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olarak anlaşılır.
14 - 15. yüzyıldaki İtalyan Rönesansı batı ile klasik antikite arasındaki bağın tekrar kurulmasını sağlamıştır. Arap bilimi —özellikle matematik— alınmış, deneyselliğe geri dönülmüş, yaşamın önemi hakkında yoğunlaşılmış (örneğin Rönesans hümanizmi), matbaanın bulunmasıyla ve sanat, şiir ve mimari'de ortaya çıkan yeni tekniklerle bilgi yayılabilmiş, böylece radikal bir değişim başlamıştır. Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan rönesansı bu dönemin başlangıcı sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eder. İlk kez İtalyan sanatçı Giorgio Vasari tarafından Vite'de kullanılmış, 1550 yılında basılmıştır. Rönesans teriminin kökeni Fransızca'dır. Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmış, ve İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt tarafından geliştirilmiştir (1860'larda). Yeniden doğuş iki anlamı içerir. İlki antik klasik metinlerin tekrar keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki uygulamalarının tesbitidir. İkinci olarak bu entelektüel aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde güçlendirmesidir. Bu yüzden Rönesans'tan bahsederken iki farklı fakat anlamlı yoldan söz edilebilir: Klasik öğrenmenin ve bilimin antik metinlerin tekrardan keşfiyle yeniden doğması ve genel anlamda bir Avrupalılık kültürünün yeniden doğuşu. Raphael Sanzio ve Michelangelo gibi birçok ressam mevcuttur
14 - 15. yüzyıldaki İtalyan Rönesansı batı ile klasik antikite arasındaki bağın tekrar kurulmasını sağlamıştır. Arap bilimi —özellikle matematik— alınmış, deneyselliğe geri dönülmüş, yaşamın önemi hakkında yoğunlaşılmış (örneğin Rönesans hümanizmi), matbaanın bulunmasıyla ve sanat, şiir ve mimari'de ortaya çıkan yeni tekniklerle bilgi yayılabilmiş, böylece radikal bir değişim başlamıştır. Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan rönesansı bu dönemin başlangıcı sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eder. İlk kez İtalyan sanatçı Giorgio Vasari tarafından Vite'de kullanılmış, 1550 yılında basılmıştır. Rönesans teriminin kökeni Fransızca'dır. Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmış, ve İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt tarafından geliştirilmiştir (1860'larda). Yeniden doğuş iki anlamı içerir. İlki antik klasik metinlerin tekrar keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki uygulamalarının tesbitidir. İkinci olarak bu entelektüel aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde güçlendirmesidir. Bu yüzden Rönesans'tan bahsederken iki farklı fakat anlamlı yoldan söz edilebilir: Klasik öğrenmenin ve bilimin antik metinlerin tekrardan keşfiyle yeniden doğması ve genel anlamda bir Avrupalılık kültürünün yeniden doğuşu. Raphael Sanzio ve Michelangelo gibi birçok ressam mevcuttur
Wilson İlkeleri (8 Ocak 1918)
ABD Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson I.Dünya Savaşı sonrasında yapılacak barışın esaslarını yayınladığı on dört ilke ile açıklamış, İtilaf devletleri de ABD’yi yanlarında tutmak istediklerinden dolayı bu ilkeleri kabul ettiklerini bildirmişlerdir.ABD başkanı Wilson, savaştan sonra barışın devam etmesini bir daha böyle büyük savaşların çıkmamasını istiyordu.wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleriİlkeler:
1-Galip devletler yenilen devletlerden toprak ve sa-vaş tazminatı almayacak.Açıklama:wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri1-Bu madde yeni sömürgeler oluşmasına karşıdır.
2-Malüb devletlerin mütareke imzalamasını hızlandırmıştır. 3-Savaştan sonra imzalanan antlaşmalar bu maddeye uymamıştır.2-Devletlerarası antlaşmalarda açık diplomasi esası uygulanacak. Açıklama:wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleriGizli antlaşmalar hukuken geçersiz sayılmıştır.
3-Karasuları dışındaki denizlerde tam serbestlik sağlanacak
4-Uluslar arası ekonomik engeller kaldırılacak ve devletler arasında eşitlik sağlanacak
5-Silahlanmanın azaltılması yolunda karşılıklı güvenceler verilecektir.Açıklama: İlk silahsızlanma çağrısıdır.
6-Rusya,Belçika,Romanya,İtalya,Sırbistan,Karadağ ve Romanya’nın sınırları tekrar saptanacak
7-Devletlerarası anlaşmazlıkları barış yoluyla çözecek uluslararası bir örgüt kurulacakAçıklama: wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleriMilletler Cemiyetinin kurulması istenmiştir. Bu cemiyet Paris Konferansında kurulmuştur. Bu madde Wilson Prensiplerinin uyulan tek maddesidir. Savaş uluslararası meselelerin çözülmesinde araç olmaktan çıkarılmak istenmiştir.
8-Boğazlar bütün ulusların ticaret gemilerine açık olacak.
9-Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklerin oturduğu bölgelerin egemenliği sağlanacak; diğer bölgelerdeki uluslara da kendilerini geliştirme hakkı verilecektir.Açıklama:wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleriOsmanlı Devletinin devam edeceği, fakat, parçalanacağı vurgulanmıştır. Bu madde Mondros mütarekesinden sonra Anadolu’da başlayan işgallerin hukuk dışı; bu durum karşısında Türk Kurtuluş Savaşının ise hukuka uygun olduğunu gösterir. Bu madde azınlıklar için ilham kaynağı olmuştur.
10-Alses Loren Fransa’ya geri verilecektir.Açıklama: wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleriBu madde “savaştan sonra malüb devletlerden toprak alınmayacaktır” maddesi ile çelişmektedir.
wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri
Wilson Prensiplerinin Önemi
:1-İttifak grubu mütareke imzalama konusunda ce-saretlendi(Savaşın bitişi hızlandı)
2-Çok uluslu imparatorlukların parçalanması ön görüldü
3-Wilson ilkeleri itilaf devletlerinin çıkarlarına ters düşmüştür. Bu nedenle kabullenmiş gibi göründükleri bu ilkeleri kendi çıkarları doğrultusunda yorumlamışlardır. İttifak devletleri ise bu ilkeleri barışın anahtarı olarak görüp benimsemişlerdir.
4-Savaştan sonra prensiplerine uyulmadığını gören ABD belli bir dönem Avrupa siyasetinden çekildi.
5-İmzalanan antlaşmalarda prensiplere uyulmadı
6-Kurtuluş Savaşı ve II. Dünya Savaşının çıkması Wilson Prensiplerinin amacına ulaşmadığını gösterir.wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkesi
ABD Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson I.Dünya Savaşı sonrasında yapılacak barışın esaslarını yayınladığı on dört ilke ile açıklamış, İtilaf devletleri de ABD’yi yanlarında tutmak istediklerinden dolayı bu ilkeleri kabul ettiklerini bildirmişlerdir.ABD başkanı Wilson, savaştan sonra barışın devam etmesini bir daha böyle büyük savaşların çıkmamasını istiyordu.wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleriİlkeler:
1-Galip devletler yenilen devletlerden toprak ve sa-vaş tazminatı almayacak.Açıklama:wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri1-Bu madde yeni sömürgeler oluşmasına karşıdır.
2-Malüb devletlerin mütareke imzalamasını hızlandırmıştır. 3-Savaştan sonra imzalanan antlaşmalar bu maddeye uymamıştır.2-Devletlerarası antlaşmalarda açık diplomasi esası uygulanacak. Açıklama:wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleriGizli antlaşmalar hukuken geçersiz sayılmıştır.
3-Karasuları dışındaki denizlerde tam serbestlik sağlanacak
4-Uluslar arası ekonomik engeller kaldırılacak ve devletler arasında eşitlik sağlanacak
5-Silahlanmanın azaltılması yolunda karşılıklı güvenceler verilecektir.Açıklama: İlk silahsızlanma çağrısıdır.
6-Rusya,Belçika,Romanya,İtalya,Sırbistan,Karadağ ve Romanya’nın sınırları tekrar saptanacak
7-Devletlerarası anlaşmazlıkları barış yoluyla çözecek uluslararası bir örgüt kurulacakAçıklama: wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleriMilletler Cemiyetinin kurulması istenmiştir. Bu cemiyet Paris Konferansında kurulmuştur. Bu madde Wilson Prensiplerinin uyulan tek maddesidir. Savaş uluslararası meselelerin çözülmesinde araç olmaktan çıkarılmak istenmiştir.
8-Boğazlar bütün ulusların ticaret gemilerine açık olacak.
9-Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklerin oturduğu bölgelerin egemenliği sağlanacak; diğer bölgelerdeki uluslara da kendilerini geliştirme hakkı verilecektir.Açıklama:wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleriOsmanlı Devletinin devam edeceği, fakat, parçalanacağı vurgulanmıştır. Bu madde Mondros mütarekesinden sonra Anadolu’da başlayan işgallerin hukuk dışı; bu durum karşısında Türk Kurtuluş Savaşının ise hukuka uygun olduğunu gösterir. Bu madde azınlıklar için ilham kaynağı olmuştur.
10-Alses Loren Fransa’ya geri verilecektir.Açıklama: wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleriBu madde “savaştan sonra malüb devletlerden toprak alınmayacaktır” maddesi ile çelişmektedir.
wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri
Wilson Prensiplerinin Önemi
:1-İttifak grubu mütareke imzalama konusunda ce-saretlendi(Savaşın bitişi hızlandı)
2-Çok uluslu imparatorlukların parçalanması ön görüldü
3-Wilson ilkeleri itilaf devletlerinin çıkarlarına ters düşmüştür. Bu nedenle kabullenmiş gibi göründükleri bu ilkeleri kendi çıkarları doğrultusunda yorumlamışlardır. İttifak devletleri ise bu ilkeleri barışın anahtarı olarak görüp benimsemişlerdir.
4-Savaştan sonra prensiplerine uyulmadığını gören ABD belli bir dönem Avrupa siyasetinden çekildi.
5-İmzalanan antlaşmalarda prensiplere uyulmadı
6-Kurtuluş Savaşı ve II. Dünya Savaşının çıkması Wilson Prensiplerinin amacına ulaşmadığını gösterir.wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkeleri wilson ilkesi
ERZURUM KONGRESİNİN KARALARI
Kongrenin Açılışı Ve Alınan Kararlar
Doğu Anadolu’daki illeri temsilen 54 delegenin katılımıyla Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919 da çalışmalarına başladı.Kongrenin başladığı gün İstanbul Hükümeti başkanı Damat Ferit Paşa kongreyi bir isyan hareketi olarak nitelemiştir.Kongrede alınan kararlar şunlardır:• Karar:Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz.Yorum:• Bu madde ile sadece Doğu Anadolu değil yurdun her bölgesinin bir bütün olduğu ve sınırlardan taviz verilmeyeceği belirtilmiştir.• “Milli sınırlar” ifadesi ilk kez kullanılmıştır.• Bu madde Misak-ı Milli kararlarında da yer almıştır.
• Karar:Her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine millet birlikte karşı koyacaktırYorum:• Bölgesel güçlerin birleşerek hareket etmesi gerektiği vurgulanmıştır.• Bu amaçla ilk önemli adım olarak Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’daki direniş cemiyetleri birleştirilmiş ve “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” oluşturulmuştur.
• Karar:İstanbul Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa bu amaçla geçici bir hükümet kurulacaktır.Bu hükümetin üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir.Kongre toplantıda değilse seçim işini Temsil heyeti yapacaktır.Yorum:• İstanbul Hükümetine alternatif olacak geçici bir hükümet kurulması gerektiği ifade edilmiştir.• Alınan kararların uygulanabilmesi için bölgesel bir Temsil heyeti oluşturulmuştur.Bu heyetin başkanlığına da Mustafa kemal seçilmiştir.
• Karar:Milli kuvvetleri etkili, milli iradeyi egemen kılmak esastır.Yorum:• Ulusal iradenin hakim kılınması gerektiği belirtilmiştir.• Yabancı devletlerden askeri veya sivil yardım almaktansa bu işin milli kuvvetlerle gerçekleştirilebileceği bildirilmiştir.
• Karar:Hıristiyan ahaliye siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.Yorum:• Azınlıkların Tanzimat ve Islahat Fermanlarında olduğu gibi çeşitli zamanlarda kazandıkları ayrıcalıkların kabul edilemeyeceği belirtilmiştir.• Her yönüyle tam bir bağımsızlığın hedeflendiği ve içişlerimize hiçbir devletin karışamayacağı ifade edilmiştir.
• Karar:manda ve himaye yönetimi kabul olunamaz.Yorum:• Mondros Ateşkes antlaşmasından sonra ulusal bir direnişin gerçekleştirilemeyeceğine inananlar yurdun parçalanmasına karşı İngiliz ya da Amerikan manda yönetiminin kabul edilmesini istemekteydiler.Giderek yayılan bu fikre karşı ilk ciddi tepki Erzurum Kongresinde alınan bu kararla dile getirilmiştir.
• Karar:Mebuslar Meclis derhal toplanmalı ve hükümet denetlenmelidir.Yorum:• İstanbul Hükümeti denetim altında olmadığı için milleti temsil edemediği bir kez daha belirtilmiştir.• Meclisin açılarak milli iradenin her yerde egemen kılınması amaçlanmıştır.• Ulusal iradeye verilen önem dile getirilmiştir.
• Karar:Toplanan ulusal güçler ve ulusal irade Padişahlık ve Halifelik makamını kurtaracaktır.Yorum:• Ulusal egemenliğe ters düşen böyle bir kararın alınmasının temel nedeni,ulusal birlik ve beraberliğin güçlenmesini sağlamaktı.Çünkü Ulusal Mücadeleyi yürütenler arasında saltanat ve hilafet taraftarı kişiler de bulunuyordu.
Doğu Anadolu’daki illeri temsilen 54 delegenin katılımıyla Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919 da çalışmalarına başladı.Kongrenin başladığı gün İstanbul Hükümeti başkanı Damat Ferit Paşa kongreyi bir isyan hareketi olarak nitelemiştir.Kongrede alınan kararlar şunlardır:• Karar:Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz.Yorum:• Bu madde ile sadece Doğu Anadolu değil yurdun her bölgesinin bir bütün olduğu ve sınırlardan taviz verilmeyeceği belirtilmiştir.• “Milli sınırlar” ifadesi ilk kez kullanılmıştır.• Bu madde Misak-ı Milli kararlarında da yer almıştır.
• Karar:Her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine millet birlikte karşı koyacaktırYorum:• Bölgesel güçlerin birleşerek hareket etmesi gerektiği vurgulanmıştır.• Bu amaçla ilk önemli adım olarak Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’daki direniş cemiyetleri birleştirilmiş ve “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” oluşturulmuştur.
• Karar:İstanbul Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa bu amaçla geçici bir hükümet kurulacaktır.Bu hükümetin üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir.Kongre toplantıda değilse seçim işini Temsil heyeti yapacaktır.Yorum:• İstanbul Hükümetine alternatif olacak geçici bir hükümet kurulması gerektiği ifade edilmiştir.• Alınan kararların uygulanabilmesi için bölgesel bir Temsil heyeti oluşturulmuştur.Bu heyetin başkanlığına da Mustafa kemal seçilmiştir.
• Karar:Milli kuvvetleri etkili, milli iradeyi egemen kılmak esastır.Yorum:• Ulusal iradenin hakim kılınması gerektiği belirtilmiştir.• Yabancı devletlerden askeri veya sivil yardım almaktansa bu işin milli kuvvetlerle gerçekleştirilebileceği bildirilmiştir.
• Karar:Hıristiyan ahaliye siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.Yorum:• Azınlıkların Tanzimat ve Islahat Fermanlarında olduğu gibi çeşitli zamanlarda kazandıkları ayrıcalıkların kabul edilemeyeceği belirtilmiştir.• Her yönüyle tam bir bağımsızlığın hedeflendiği ve içişlerimize hiçbir devletin karışamayacağı ifade edilmiştir.
• Karar:manda ve himaye yönetimi kabul olunamaz.Yorum:• Mondros Ateşkes antlaşmasından sonra ulusal bir direnişin gerçekleştirilemeyeceğine inananlar yurdun parçalanmasına karşı İngiliz ya da Amerikan manda yönetiminin kabul edilmesini istemekteydiler.Giderek yayılan bu fikre karşı ilk ciddi tepki Erzurum Kongresinde alınan bu kararla dile getirilmiştir.
• Karar:Mebuslar Meclis derhal toplanmalı ve hükümet denetlenmelidir.Yorum:• İstanbul Hükümeti denetim altında olmadığı için milleti temsil edemediği bir kez daha belirtilmiştir.• Meclisin açılarak milli iradenin her yerde egemen kılınması amaçlanmıştır.• Ulusal iradeye verilen önem dile getirilmiştir.
• Karar:Toplanan ulusal güçler ve ulusal irade Padişahlık ve Halifelik makamını kurtaracaktır.Yorum:• Ulusal egemenliğe ters düşen böyle bir kararın alınmasının temel nedeni,ulusal birlik ve beraberliğin güçlenmesini sağlamaktı.Çünkü Ulusal Mücadeleyi yürütenler arasında saltanat ve hilafet taraftarı kişiler de bulunuyordu.
SİVAS KONGRESİNİN KARALARI
1. Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.
2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir.
3. İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
4. Kuvay-ı Milliye'yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır.
5. Manda ve himaye kabul olunamaz.
6. Milli iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan'ın derhal toplanması mecburidir.
7. Aynı gaye ile, milli vicdandan doğan cemiyetler, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında genel bir teşkilat olarak birleştirilmiştir.
8. Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından Temsil Heyeti seçilmiştir.
__________________
2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir.
3. İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
4. Kuvay-ı Milliye'yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır.
5. Manda ve himaye kabul olunamaz.
6. Milli iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan'ın derhal toplanması mecburidir.
7. Aynı gaye ile, milli vicdandan doğan cemiyetler, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında genel bir teşkilat olarak birleştirilmiştir.
8. Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından Temsil Heyeti seçilmiştir.
__________________
ÇERKEZ ETEMİN HAYATI
Çerkez Ethem
(d. 1885, Bandırma - ö. 1948, Amman) Kurtuluş Savaşı'nda Kuvayı Milliye döneminin önde gelen halk önderlerinden biridir.
1885 yılında Bandırma'da doğdu. Bandırma'nın bir köyü olan Emreköy'e yerleşmiş Şapsığ Çerkes boyundan, Ali Bey'in beş oğlunun en küçüğüydü. Ağabeyleri, İlyas ve Nuri beyler, Rum eşkıyalarıyla çarpışırken ölmüşler, Reşit ve Tevfik beyler de 1901 ve 1902 yıllarında Harbiye'yi bitirerek subay çıkmışlardı. Reşit Bey çeşitli cephelerde çarpıştı. 1919'da Meclisi Mebusan'a Saruhan (şimdiki Manisa) Milletvekili olarak katıldı. Oradan Birinci TBMM'ye geçti.
Çerkez Ethem, evden kaçarak Bakırköy Süvari Küçük Zabit Mektebi'ne girdi. Balkan Savaşı'nda Bulgar cephesinde yaralandı. Kıdem zammı ve madalya aldı. I. Dünya Savaşı'nda Eşref Kuşçubaşının yönettiği Teşkilat-ı Mahsusa ile birlikte İran, Afganistan ve Irak'a yapılan akınlara katıldı. Yaralanarak savaş sonunda köyüne çekildi. Önceleri dağları mesken edinip haraç topladıysa da, 1919-1920 tarihleri arasında bir yıl süre ile Anadolu'da tek önemli vurucu güç olan Kuvva-yı Seyyare'yi kurdu ve Ankara'daki Kolordu'nun Komutanı olan Ali Fuat Paşa ile istişare ederek İngiliz ve Yunan birliklerinin ilerlemesine karşı koydu. Düzenli ordu kurulana dek TBMM'ye karşı girişilen ayaklanmaları bastırdı, ancak Atatürk tarafından kurulan düzenli orduda sıradan bir komutan olmayı reddetti. Albay İsmet İnönü'nün Garp Cephesi komutanı olup kendi kuvvetlerini kuşatmasına tepki olarak TBMM'ye çektiği ağır ifadelerle dolu telgraf sonrası "vatan haini" ilan edilince, kendisine bağlı kuvvetlerdeki yaklaşık 400 adamıyla birlikte Yunanistan üzerinden Ürdün'e geçti.
(d. 1885, Bandırma - ö. 1948, Amman) Kurtuluş Savaşı'nda Kuvayı Milliye döneminin önde gelen halk önderlerinden biridir.
1885 yılında Bandırma'da doğdu. Bandırma'nın bir köyü olan Emreköy'e yerleşmiş Şapsığ Çerkes boyundan, Ali Bey'in beş oğlunun en küçüğüydü. Ağabeyleri, İlyas ve Nuri beyler, Rum eşkıyalarıyla çarpışırken ölmüşler, Reşit ve Tevfik beyler de 1901 ve 1902 yıllarında Harbiye'yi bitirerek subay çıkmışlardı. Reşit Bey çeşitli cephelerde çarpıştı. 1919'da Meclisi Mebusan'a Saruhan (şimdiki Manisa) Milletvekili olarak katıldı. Oradan Birinci TBMM'ye geçti.
Çerkez Ethem, evden kaçarak Bakırköy Süvari Küçük Zabit Mektebi'ne girdi. Balkan Savaşı'nda Bulgar cephesinde yaralandı. Kıdem zammı ve madalya aldı. I. Dünya Savaşı'nda Eşref Kuşçubaşının yönettiği Teşkilat-ı Mahsusa ile birlikte İran, Afganistan ve Irak'a yapılan akınlara katıldı. Yaralanarak savaş sonunda köyüne çekildi. Önceleri dağları mesken edinip haraç topladıysa da, 1919-1920 tarihleri arasında bir yıl süre ile Anadolu'da tek önemli vurucu güç olan Kuvva-yı Seyyare'yi kurdu ve Ankara'daki Kolordu'nun Komutanı olan Ali Fuat Paşa ile istişare ederek İngiliz ve Yunan birliklerinin ilerlemesine karşı koydu. Düzenli ordu kurulana dek TBMM'ye karşı girişilen ayaklanmaları bastırdı, ancak Atatürk tarafından kurulan düzenli orduda sıradan bir komutan olmayı reddetti. Albay İsmet İnönü'nün Garp Cephesi komutanı olup kendi kuvvetlerini kuşatmasına tepki olarak TBMM'ye çektiği ağır ifadelerle dolu telgraf sonrası "vatan haini" ilan edilince, kendisine bağlı kuvvetlerdeki yaklaşık 400 adamıyla birlikte Yunanistan üzerinden Ürdün'e geçti.
yararlı cemiyetler
Milli Cemiyetler
Kurulmalarındaki Amaç;
1. Mondros Mütarekesi'nden sonra işgallerin başlaması
2. Mondros Mütarekesi'ne göre Türk ordusunun terhis edilmesi
3. Devlet otoritesinin kalmaması
4. Birçok bölgede azınlıkların ayrıcalıklı cemiyet kurması
5. Padişah ve hükümetin işgallere kayıtsız kalması
6. Halkın can ve mal güvenliğinin sağlanamaması
Bu cemiyetler, Mondros Mütarekesi'nin hemen ardından, Anadolu'nun işgali üzerine Türk ulusu tarafından kurulmuştur.
Trakya Paşaeli Cemiyeti
Edirne'de Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan hemen sonra 2 Aralık 1918'de kuruldu. Amacı Trakya Bölgesi'nin Yunanistan'a verilmesini engellemek için Türkleri örgütlemekti. Bu bölgedeki ordu komutanı Cafer Tayyar Paşa tarafından yürütülen çalışmaların sonucunda Lüleburgaz ve Edirne Kongreleri'nde toplandılar ve TBMM'ye bağlanma kararını aldılar.
İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden önce bu cemiyet önceleri Türklerin haklarını basın-yayın yoluyla savunmaya çalışmış, ancak 2–19 Mart 1919 tarihleri arasında düzenledikleri "Müdafaa-i Hukuk Kongresi" sonrasında silahlı direnişi benimsemişlerdir. Direniş örgütlerine silah sağlanmıştır.
Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden sonra Ağustos 1919'da Erzurum'da kurulan bu cemiyet, daha önce İstanbul'da kurulmuş olan "Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti" ne bağlı olarak açılmış, daha sonra İstanbul'dan ayrılarak "Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti" adını almıştır. Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesini engellemeye çalışan bu cemiyet Erzurum Kongresi'nden sonra Mustafa Kemal bu cemiyet aracılığıyla öteki cemiyetleri birleştirmiştir.
Kilikyalılar Cemiyeti
Mondros'tan hemen sonra İstanbul'da çalışmalarına başlayan bu cemiyet, daha sonra Adana ve dolaylarına geçerek orada Ermeniler ve Fransızlarla mücadele etmiştir.
Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti
Bu cemiyet Karadeniz'de bir Pontus Devleti kurmak isteyen Pontus Rum Cemiyeti'ne karşı kuruldu. Diğer yandan da ayrılıkçı emeller peşinde koşan "Trabzon Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti" ile mücadele etti. Erzurum Kongresi'nden sonra "Doğu-Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin şubesi haline geldi.
Hareket-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti
İzmir'in işgaline karşı savunma amacıyla kurulmuştur. Redd-i İlhak Dernekleri; Redd-i İşgal, Redd-i İlhak İstihlas-ı Vatan Heyet- Milli adları ile ortaya çıkmıştır.
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
Bu cemiyet Sivas Kongresi'nden sonra 9 Aralık 1919'da Sivas Valisi Reşit Paşa'nın eşi Melek Hanım'ın öncülüğünde kurulmuştur. A.B.D. Senatosu'na ve Avrupa devletlerinin parlamentolarına telgraflar çekilmiş, ulusal mücadelenin haklılığı anlatılmış, ordu için para ve malzeme toplanmıştır.
Milli Kongre Cemiyeti
Esat Paşa tarafından İstanbul'da kurulmuştur. (29 Kasım 1918). Basın ve yayınla mücadeleyi benimsemişlerdir.
Yazılarla halkın aydınlatılmasına çalışılmıştır.
Ortak Özellikleri
Amaçları; Türk ulusunun bağımsızlığını sağlamaktı.
Kendi bölgelerini korumak ve işgalden kurtarmak için kurulmuşlardır.
Silahlı mücadele ile birlikte, basın-yayın yoluyla da mücadeleyi benimsemişlerdir.
İhtiyaçlarını bölge halkı karşılamıştır.
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Milli devlet modelini benimsemişlerdir.
Kurulmalarındaki Amaç;
1. Mondros Mütarekesi'nden sonra işgallerin başlaması
2. Mondros Mütarekesi'ne göre Türk ordusunun terhis edilmesi
3. Devlet otoritesinin kalmaması
4. Birçok bölgede azınlıkların ayrıcalıklı cemiyet kurması
5. Padişah ve hükümetin işgallere kayıtsız kalması
6. Halkın can ve mal güvenliğinin sağlanamaması
Bu cemiyetler, Mondros Mütarekesi'nin hemen ardından, Anadolu'nun işgali üzerine Türk ulusu tarafından kurulmuştur.
Trakya Paşaeli Cemiyeti
Edirne'de Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan hemen sonra 2 Aralık 1918'de kuruldu. Amacı Trakya Bölgesi'nin Yunanistan'a verilmesini engellemek için Türkleri örgütlemekti. Bu bölgedeki ordu komutanı Cafer Tayyar Paşa tarafından yürütülen çalışmaların sonucunda Lüleburgaz ve Edirne Kongreleri'nde toplandılar ve TBMM'ye bağlanma kararını aldılar.
İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden önce bu cemiyet önceleri Türklerin haklarını basın-yayın yoluyla savunmaya çalışmış, ancak 2–19 Mart 1919 tarihleri arasında düzenledikleri "Müdafaa-i Hukuk Kongresi" sonrasında silahlı direnişi benimsemişlerdir. Direniş örgütlerine silah sağlanmıştır.
Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden sonra Ağustos 1919'da Erzurum'da kurulan bu cemiyet, daha önce İstanbul'da kurulmuş olan "Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti" ne bağlı olarak açılmış, daha sonra İstanbul'dan ayrılarak "Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti" adını almıştır. Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesini engellemeye çalışan bu cemiyet Erzurum Kongresi'nden sonra Mustafa Kemal bu cemiyet aracılığıyla öteki cemiyetleri birleştirmiştir.
Kilikyalılar Cemiyeti
Mondros'tan hemen sonra İstanbul'da çalışmalarına başlayan bu cemiyet, daha sonra Adana ve dolaylarına geçerek orada Ermeniler ve Fransızlarla mücadele etmiştir.
Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti
Bu cemiyet Karadeniz'de bir Pontus Devleti kurmak isteyen Pontus Rum Cemiyeti'ne karşı kuruldu. Diğer yandan da ayrılıkçı emeller peşinde koşan "Trabzon Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti" ile mücadele etti. Erzurum Kongresi'nden sonra "Doğu-Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin şubesi haline geldi.
Hareket-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti
İzmir'in işgaline karşı savunma amacıyla kurulmuştur. Redd-i İlhak Dernekleri; Redd-i İşgal, Redd-i İlhak İstihlas-ı Vatan Heyet- Milli adları ile ortaya çıkmıştır.
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
Bu cemiyet Sivas Kongresi'nden sonra 9 Aralık 1919'da Sivas Valisi Reşit Paşa'nın eşi Melek Hanım'ın öncülüğünde kurulmuştur. A.B.D. Senatosu'na ve Avrupa devletlerinin parlamentolarına telgraflar çekilmiş, ulusal mücadelenin haklılığı anlatılmış, ordu için para ve malzeme toplanmıştır.
Milli Kongre Cemiyeti
Esat Paşa tarafından İstanbul'da kurulmuştur. (29 Kasım 1918). Basın ve yayınla mücadeleyi benimsemişlerdir.
Yazılarla halkın aydınlatılmasına çalışılmıştır.
Ortak Özellikleri
Amaçları; Türk ulusunun bağımsızlığını sağlamaktı.
Kendi bölgelerini korumak ve işgalden kurtarmak için kurulmuşlardır.
Silahlı mücadele ile birlikte, basın-yayın yoluyla da mücadeleyi benimsemişlerdir.
İhtiyaçlarını bölge halkı karşılamıştır.
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Milli devlet modelini benimsemişlerdir.
YARALI CEMİYETLER
Milli Cemiyetler
Kurulmalarındaki Amaç;
1. Mondros Mütarekesi'nden sonra işgallerin başlaması
2. Mondros Mütarekesi'ne göre Türk ordusunun terhis edilmesi
3. Devlet otoritesinin kalmaması
4. Birçok bölgede azınlıkların ayrıcalıklı cemiyet kurması
5. Padişah ve hükümetin işgallere kayıtsız kalması
6. Halkın can ve mal güvenliğinin sağlanamaması
Bu cemiyetler, Mondros Mütarekesi'nin hemen ardından, Anadolu'nun işgali üzerine Türk ulusu tarafından kurulmuştur.
Trakya Paşaeli Cemiyeti
Edirne'de Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan hemen sonra 2 Aralık 1918'de kuruldu. Amacı Trakya Bölgesi'nin Yunanistan'a verilmesini engellemek için Türkleri örgütlemekti. Bu bölgedeki ordu komutanı Cafer Tayyar Paşa tarafından yürütülen çalışmaların sonucunda Lüleburgaz ve Edirne Kongreleri'nde toplandılar ve TBMM'ye bağlanma kararını aldılar.
İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden önce bu cemiyet önceleri Türklerin haklarını basın-yayın yoluyla savunmaya çalışmış, ancak 2–19 Mart 1919 tarihleri arasında düzenledikleri "Müdafaa-i Hukuk Kongresi" sonrasında silahlı direnişi benimsemişlerdir. Direniş örgütlerine silah sağlanmıştır.
Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden sonra Ağustos 1919'da Erzurum'da kurulan bu cemiyet, daha önce İstanbul'da kurulmuş olan "Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti" ne bağlı olarak açılmış, daha sonra İstanbul'dan ayrılarak "Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti" adını almıştır. Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesini engellemeye çalışan bu cemiyet Erzurum Kongresi'nden sonra Mustafa Kemal bu cemiyet aracılığıyla öteki cemiyetleri birleştirmiştir.
Kilikyalılar Cemiyeti
Mondros'tan hemen sonra İstanbul'da çalışmalarına başlayan bu cemiyet, daha sonra Adana ve dolaylarına geçerek orada Ermeniler ve Fransızlarla mücadele etmiştir.
Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti
Bu cemiyet Karadeniz'de bir Pontus Devleti kurmak isteyen Pontus Rum Cemiyeti'ne karşı kuruldu. Diğer yandan da ayrılıkçı emeller peşinde koşan "Trabzon Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti" ile mücadele etti. Erzurum Kongresi'nden sonra "Doğu-Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin şubesi haline geldi.
Hareket-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti
İzmir'in işgaline karşı savunma amacıyla kurulmuştur. Redd-i İlhak Dernekleri; Redd-i İşgal, Redd-i İlhak İstihlas-ı Vatan Heyet- Milli adları ile ortaya çıkmıştır.
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
Bu cemiyet Sivas Kongresi'nden sonra 9 Aralık 1919'da Sivas Valisi Reşit Paşa'nın eşi Melek Hanım'ın öncülüğünde kurulmuştur. A.B.D. Senatosu'na ve Avrupa devletlerinin parlamentolarına telgraflar çekilmiş, ulusal mücadelenin haklılığı anlatılmış, ordu için para ve malzeme toplanmıştır.
Milli Kongre Cemiyeti
Esat Paşa tarafından İstanbul'da kurulmuştur. (29 Kasım 1918). Basın ve yayınla mücadeleyi benimsemişlerdir.
Yazılarla halkın aydınlatılmasına çalışılmıştır.
Ortak Özellikleri
Amaçları; Türk ulusunun bağımsızlığını sağlamaktı.
Kendi bölgelerini korumak ve işgalden kurtarmak için kurulmuşlardır.
Silahlı mücadele ile birlikte, basın-yayın yoluyla da mücadeleyi benimsemişlerdir.
İhtiyaçlarını bölge halkı karşılamıştır.
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Milli devlet modelini benimsemişlerdir.
Kurulmalarındaki Amaç;
1. Mondros Mütarekesi'nden sonra işgallerin başlaması
2. Mondros Mütarekesi'ne göre Türk ordusunun terhis edilmesi
3. Devlet otoritesinin kalmaması
4. Birçok bölgede azınlıkların ayrıcalıklı cemiyet kurması
5. Padişah ve hükümetin işgallere kayıtsız kalması
6. Halkın can ve mal güvenliğinin sağlanamaması
Bu cemiyetler, Mondros Mütarekesi'nin hemen ardından, Anadolu'nun işgali üzerine Türk ulusu tarafından kurulmuştur.
Trakya Paşaeli Cemiyeti
Edirne'de Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan hemen sonra 2 Aralık 1918'de kuruldu. Amacı Trakya Bölgesi'nin Yunanistan'a verilmesini engellemek için Türkleri örgütlemekti. Bu bölgedeki ordu komutanı Cafer Tayyar Paşa tarafından yürütülen çalışmaların sonucunda Lüleburgaz ve Edirne Kongreleri'nde toplandılar ve TBMM'ye bağlanma kararını aldılar.
İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden önce bu cemiyet önceleri Türklerin haklarını basın-yayın yoluyla savunmaya çalışmış, ancak 2–19 Mart 1919 tarihleri arasında düzenledikleri "Müdafaa-i Hukuk Kongresi" sonrasında silahlı direnişi benimsemişlerdir. Direniş örgütlerine silah sağlanmıştır.
Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden sonra Ağustos 1919'da Erzurum'da kurulan bu cemiyet, daha önce İstanbul'da kurulmuş olan "Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti" ne bağlı olarak açılmış, daha sonra İstanbul'dan ayrılarak "Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti" adını almıştır. Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesini engellemeye çalışan bu cemiyet Erzurum Kongresi'nden sonra Mustafa Kemal bu cemiyet aracılığıyla öteki cemiyetleri birleştirmiştir.
Kilikyalılar Cemiyeti
Mondros'tan hemen sonra İstanbul'da çalışmalarına başlayan bu cemiyet, daha sonra Adana ve dolaylarına geçerek orada Ermeniler ve Fransızlarla mücadele etmiştir.
Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti
Bu cemiyet Karadeniz'de bir Pontus Devleti kurmak isteyen Pontus Rum Cemiyeti'ne karşı kuruldu. Diğer yandan da ayrılıkçı emeller peşinde koşan "Trabzon Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti" ile mücadele etti. Erzurum Kongresi'nden sonra "Doğu-Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin şubesi haline geldi.
Hareket-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti
İzmir'in işgaline karşı savunma amacıyla kurulmuştur. Redd-i İlhak Dernekleri; Redd-i İşgal, Redd-i İlhak İstihlas-ı Vatan Heyet- Milli adları ile ortaya çıkmıştır.
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
Bu cemiyet Sivas Kongresi'nden sonra 9 Aralık 1919'da Sivas Valisi Reşit Paşa'nın eşi Melek Hanım'ın öncülüğünde kurulmuştur. A.B.D. Senatosu'na ve Avrupa devletlerinin parlamentolarına telgraflar çekilmiş, ulusal mücadelenin haklılığı anlatılmış, ordu için para ve malzeme toplanmıştır.
Milli Kongre Cemiyeti
Esat Paşa tarafından İstanbul'da kurulmuştur. (29 Kasım 1918). Basın ve yayınla mücadeleyi benimsemişlerdir.
Yazılarla halkın aydınlatılmasına çalışılmıştır.
Ortak Özellikleri
Amaçları; Türk ulusunun bağımsızlığını sağlamaktı.
Kendi bölgelerini korumak ve işgalden kurtarmak için kurulmuşlardır.
Silahlı mücadele ile birlikte, basın-yayın yoluyla da mücadeleyi benimsemişlerdir.
İhtiyaçlarını bölge halkı karşılamıştır.
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Milli devlet modelini benimsemişlerdir.
Milli Cemiyetler
Kurulmalarındaki Amaç;
1. Mondros Mütarekesi'nden sonra işgallerin başlaması
2. Mondros Mütarekesi'ne göre Türk ordusunun terhis edilmesi
3. Devlet otoritesinin kalmaması
4. Birçok bölgede azınlıkların ayrıcalıklı cemiyet kurması
5. Padişah ve hükümetin işgallere kayıtsız kalması
6. Halkın can ve mal güvenliğinin sağlanamaması
Bu cemiyetler, Mondros Mütarekesi'nin hemen ardından, Anadolu'nun işgali üzerine Türk ulusu tarafından kurulmuştur.
Trakya Paşaeli Cemiyeti
Edirne'de Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan hemen sonra 2 Aralık 1918'de kuruldu. Amacı Trakya Bölgesi'nin Yunanistan'a verilmesini engellemek için Türkleri örgütlemekti. Bu bölgedeki ordu komutanı Cafer Tayyar Paşa tarafından yürütülen çalışmaların sonucunda Lüleburgaz ve Edirne Kongreleri'nde toplandılar ve TBMM'ye bağlanma kararını aldılar.
İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden önce bu cemiyet önceleri Türklerin haklarını basın-yayın yoluyla savunmaya çalışmış, ancak 2–19 Mart 1919 tarihleri arasında düzenledikleri "Müdafaa-i Hukuk Kongresi" sonrasında silahlı direnişi benimsemişlerdir. Direniş örgütlerine silah sağlanmıştır.
Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden sonra Ağustos 1919'da Erzurum'da kurulan bu cemiyet, daha önce İstanbul'da kurulmuş olan "Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti" ne bağlı olarak açılmış, daha sonra İstanbul'dan ayrılarak "Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti" adını almıştır. Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesini engellemeye çalışan bu cemiyet Erzurum Kongresi'nden sonra Mustafa Kemal bu cemiyet aracılığıyla öteki cemiyetleri birleştirmiştir.
Kilikyalılar Cemiyeti
Mondros'tan hemen sonra İstanbul'da çalışmalarına başlayan bu cemiyet, daha sonra Adana ve dolaylarına geçerek orada Ermeniler ve Fransızlarla mücadele etmiştir.
Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti
Bu cemiyet Karadeniz'de bir Pontus Devleti kurmak isteyen Pontus Rum Cemiyeti'ne karşı kuruldu. Diğer yandan da ayrılıkçı emeller peşinde koşan "Trabzon Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti" ile mücadele etti. Erzurum Kongresi'nden sonra "Doğu-Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin şubesi haline geldi.
Hareket-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti
İzmir'in işgaline karşı savunma amacıyla kurulmuştur. Redd-i İlhak Dernekleri; Redd-i İşgal, Redd-i İlhak İstihlas-ı Vatan Heyet- Milli adları ile ortaya çıkmıştır.
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
Bu cemiyet Sivas Kongresi'nden sonra 9 Aralık 1919'da Sivas Valisi Reşit Paşa'nın eşi Melek Hanım'ın öncülüğünde kurulmuştur. A.B.D. Senatosu'na ve Avrupa devletlerinin parlamentolarına telgraflar çekilmiş, ulusal mücadelenin haklılığı anlatılmış, ordu için para ve malzeme toplanmıştır.
Milli Kongre Cemiyeti
Esat Paşa tarafından İstanbul'da kurulmuştur. (29 Kasım 1918). Basın ve yayınla mücadeleyi benimsemişlerdir.
Yazılarla halkın aydınlatılmasına çalışılmıştır.
Ortak Özellikleri
Amaçları; Türk ulusu
Kurulmalarındaki Amaç;
1. Mondros Mütarekesi'nden sonra işgallerin başlaması
2. Mondros Mütarekesi'ne göre Türk ordusunun terhis edilmesi
3. Devlet otoritesinin kalmaması
4. Birçok bölgede azınlıkların ayrıcalıklı cemiyet kurması
5. Padişah ve hükümetin işgallere kayıtsız kalması
6. Halkın can ve mal güvenliğinin sağlanamaması
Bu cemiyetler, Mondros Mütarekesi'nin hemen ardından, Anadolu'nun işgali üzerine Türk ulusu tarafından kurulmuştur.
Trakya Paşaeli Cemiyeti
Edirne'de Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan hemen sonra 2 Aralık 1918'de kuruldu. Amacı Trakya Bölgesi'nin Yunanistan'a verilmesini engellemek için Türkleri örgütlemekti. Bu bölgedeki ordu komutanı Cafer Tayyar Paşa tarafından yürütülen çalışmaların sonucunda Lüleburgaz ve Edirne Kongreleri'nde toplandılar ve TBMM'ye bağlanma kararını aldılar.
İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden önce bu cemiyet önceleri Türklerin haklarını basın-yayın yoluyla savunmaya çalışmış, ancak 2–19 Mart 1919 tarihleri arasında düzenledikleri "Müdafaa-i Hukuk Kongresi" sonrasında silahlı direnişi benimsemişlerdir. Direniş örgütlerine silah sağlanmıştır.
Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti
İzmir'in işgalinden sonra Ağustos 1919'da Erzurum'da kurulan bu cemiyet, daha önce İstanbul'da kurulmuş olan "Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti" ne bağlı olarak açılmış, daha sonra İstanbul'dan ayrılarak "Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti" adını almıştır. Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesini engellemeye çalışan bu cemiyet Erzurum Kongresi'nden sonra Mustafa Kemal bu cemiyet aracılığıyla öteki cemiyetleri birleştirmiştir.
Kilikyalılar Cemiyeti
Mondros'tan hemen sonra İstanbul'da çalışmalarına başlayan bu cemiyet, daha sonra Adana ve dolaylarına geçerek orada Ermeniler ve Fransızlarla mücadele etmiştir.
Trabzon Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti
Bu cemiyet Karadeniz'de bir Pontus Devleti kurmak isteyen Pontus Rum Cemiyeti'ne karşı kuruldu. Diğer yandan da ayrılıkçı emeller peşinde koşan "Trabzon Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti" ile mücadele etti. Erzurum Kongresi'nden sonra "Doğu-Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin şubesi haline geldi.
Hareket-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti
İzmir'in işgaline karşı savunma amacıyla kurulmuştur. Redd-i İlhak Dernekleri; Redd-i İşgal, Redd-i İlhak İstihlas-ı Vatan Heyet- Milli adları ile ortaya çıkmıştır.
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
Bu cemiyet Sivas Kongresi'nden sonra 9 Aralık 1919'da Sivas Valisi Reşit Paşa'nın eşi Melek Hanım'ın öncülüğünde kurulmuştur. A.B.D. Senatosu'na ve Avrupa devletlerinin parlamentolarına telgraflar çekilmiş, ulusal mücadelenin haklılığı anlatılmış, ordu için para ve malzeme toplanmıştır.
Milli Kongre Cemiyeti
Esat Paşa tarafından İstanbul'da kurulmuştur. (29 Kasım 1918). Basın ve yayınla mücadeleyi benimsemişlerdir.
Yazılarla halkın aydınlatılmasına çalışılmıştır.
Ortak Özellikleri
Amaçları; Türk ulusu
AZINLIKLARIN KURDUĞU ZARALI CEMİYETLER
Azınlıkların Kurduğu Zararlı Cemiyetler
Özellikleri
Mondros Mütarekesi'nden sonra, ordunun terhis edilmesi ve devlet otoritesinin kalmaması üzerine ortaya çıktı.
Azınlıklar tarafından, işgalci emellerine hizmet eden kuruluşlardı.
Anadolu hareketine ve Türklerin milli devletine karşıydılar.
Bu cemiyetlerin hepsi Rum Patrikhanesi tarafından yönetiliyordu.
İtilaf Devletlerince ekonomik ve siyasi açıdan destekleniyorlardı.
Wilson İlkeleri'ne göre bulundukları yerlerin kendilerine verilmesini istiyorlardı.
Mondros Mütarekesi'nin yedinci ve yirmi dördüncü maddelerini uygulatmak istiyorlardı.
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7. maddesi şu şekildeydi : "İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde, herhangi bir bölgeyi işgal edebilecek."
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 24. maddesi şu şekildeydi: Altı Vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, bu vilayetlerin herhangi bir kısmı işgal edilebilecek.
Mondros Mütarekesi'nden sonra Türk ordusunun terhisinden cesaret alan bazı azınlıklar, Milli Mücadele'ye karşı bir takım cemiyetler kurmuşlardı.
Mavri Mira
İstanbul'daki Rum Patrikhanesi tarafından kurulan bu cemiyet, Bizans İmparatorluğu'nu yeniden canlandırmak ve Ege Bölgesi'nde ilerleyen Yunan ordusuna yardımcı olmak amacını güdüyordu. Çalışma alanı; Bursa, Kırklareli, Tekirdağ, İstanbul ve Bandırma idi. Yunan Kızılhaç, Resmi Göçmenler Komisyonu, Rum okullarındaki izcilik kurumları, Mavri Mira'nın emrinde çalışıyordu.
Trakya ve Yunan Komitesi
Trakya'nın işgalinden doğan sorunları Yunanistan açısından çözmeye çalışan bir örgüttür. Buradaki milli direnişi ortadan kaldırmak ve tüm Doğu Trakya'nın Yunanistan'a verilmesini sağlamak temel amaçlarıydı.
Pontus Rum Cemiyeti
Yunanistan'ın milli örgütü olan ve Yunanistan'ın 1829'da bağımsız olmasını sağlayan Etnik-i Eterya Cemiyeti Tarbzon ve dolaylarında bir Rum Pontus Devleti kurmak amacıyla Pontus Rum Cemiyeti'ni meydana getirdi.
Kordos Cemiyeti
Yunanistan tarafından İstanbul'da "Rum Göçmenleri Merkez Komisyonu" adıyla kurduruldu. Derneğe İstanbul, Trakya, Trabzon, Marmara kıyıları ve İzmir gibi yörelerde düzeni bozma, Yunanistan'dan gelen özel görevlileri Rum göçmeni göstererek Doğu Karadeniz dolaylarına yerleştirme, bu yörelerdeki Rum azınlığı sayıca çoğaltam görevi verilmiştir.
Ermenilerin Kurduğu Cemiyetler
Daha önceleri Ermenilerin krumuş oldukları "Taşnaksütyun" ve "Hıncak" adlı gizli örgütler milli mücadeleye karşı çıktılar ve işgalcilerle işbirliği yaptılar.
Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira'ya benzer bir örgüt kurup Rumlarla işbirliği yaptı. Zaven Efendi tarafından kurulan bu cemiyetin adı, "Rum-Ermeni Birliği Komitesi" idi. Ermeni İntikam Alayları da, Fransızlardan aldıkları destek ile Adana ve dolaylarında faaliyet gösteriyorlardı.
Yahudi Cemiyetleri
Yahudilerin çok büyük bir çoğunluğu bölücü çalışmalarda bulunmadı, ancak "Makkabi Cemiyeti" ve "Alyans israilit Cemiyeti" işgalcilere destek verdi.
Milli Varlığa Düşman Cemiyetler
Özellikleri
Milliyetçi amaçlara tamamen karşıydılar.
Osmanlıcı ve hilafetçiydiler.
Başat Hürriyet ve İtilaf Fırkası etrafına toplanmışlardı.
Anadolu hareketine karşıydılar.
Ulusal örgütlere karşı direniş göstermişlerdir.
Manda ve himaye taraftarıydılar.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası
Kasım 1911'de Trablusgarp Savaşı'nın yarattığı kaos döneminde Ahrar ve Mutedil Hürriyetperveran Fırkalarının birleşmesinden oluşmuştur. İttihat ve Terakki karşıtı olan bu fırka, bağımsızların ve gayr-i Müslim mebusların desteğiyle güçlendi. Fırka'nın temel amacı, İttihat ve Terakki iktidarını yıkmaktı. Programında Osmanlıcılığı, özyönetimi, özel girişimi, meşrutiyeti ve liberal iktisat'ı savunmaktaydı. 1912 "sopalı seçimleri" ne kadar iktidarda kalan parti bu seçimde ancak 6 milletvekilini Meclis'e sokabildi.
Bundan sonra parti sıkı bir muhalefete yöneldi. "İkdam" ve "Alemdar" gazeteleri partinin yayın organı oldu. 1913'deki Babıâli Baskını'ndan sonra parti dağılmaya başladı.
Mahmut Şevket Paşa suikastından sonra bir kısım parti mensubu yargılandı, idam edildi, Sinop'a sürgün edildi ve oradan Avrupa'ya kaçtı.
Bu cemiyetler Mondros Mütarekesi'nden sonra Osmanlı Devleti'nin bağımsız yaşayamayacağını düşünen, Milli Mücadele'ye karşı manda ve himaye yanlısıydılar.
Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası
Bu cemiyet milli mücadeleye karşı çıkan Damat Ferit Hükümeti'ni desteklemiş, padişah ve halifeye bağlı kalmakla vatanın kurtulacağını savunmuştur.
Kürdistan Teali Cemiyeti
Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra kurulan bu cemiyet Wilson İlkeleri'nden yararlanarak özerk bir Kürt devleti kurmak için mücadele etmiştir.
Teali-i İslam Cemiyeti
İşgalcilerle mücadele edilemeyeceğini, bundan dolayı halifenin etrafında toplanmanın gerekliliğini savunmuşlardır.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti
Bu cemiyetin başkanı bir İngiliz din adamı olan Rahip Fru idi. İşgallere karşı koymanın olanaksız olduğunu savunan bu cemiyete Damat Ferit de üye idi.
Wilson Prensipleri Cemiyeti
Ülkeyi Milletler Cemiyeti içerisinde diğer devletlerle eşit haklara sahip bir varlık haline getirmek amacıyla kurulmuştur.
Kurucularının Amerika Birleşik Devletleri'nin manda ve himayesi altına girmekten yana oldukları bilinmektedir.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası
İttihat ve Terakki Partisi'ne düşman olarak çıkan bu cemiyet, Anadolu'daki milli kurtuluş hareketine karşı en büyük tepkiyi göstermiştir. Bu parti (fırka) Damat Ferit tarafından özellikle milli direnişe karşı yönlendirilmiştir.
Özellikleri
Mondros Mütarekesi'nden sonra, ordunun terhis edilmesi ve devlet otoritesinin kalmaması üzerine ortaya çıktı.
Azınlıklar tarafından, işgalci emellerine hizmet eden kuruluşlardı.
Anadolu hareketine ve Türklerin milli devletine karşıydılar.
Bu cemiyetlerin hepsi Rum Patrikhanesi tarafından yönetiliyordu.
İtilaf Devletlerince ekonomik ve siyasi açıdan destekleniyorlardı.
Wilson İlkeleri'ne göre bulundukları yerlerin kendilerine verilmesini istiyorlardı.
Mondros Mütarekesi'nin yedinci ve yirmi dördüncü maddelerini uygulatmak istiyorlardı.
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7. maddesi şu şekildeydi : "İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde, herhangi bir bölgeyi işgal edebilecek."
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 24. maddesi şu şekildeydi: Altı Vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, bu vilayetlerin herhangi bir kısmı işgal edilebilecek.
Mondros Mütarekesi'nden sonra Türk ordusunun terhisinden cesaret alan bazı azınlıklar, Milli Mücadele'ye karşı bir takım cemiyetler kurmuşlardı.
Mavri Mira
İstanbul'daki Rum Patrikhanesi tarafından kurulan bu cemiyet, Bizans İmparatorluğu'nu yeniden canlandırmak ve Ege Bölgesi'nde ilerleyen Yunan ordusuna yardımcı olmak amacını güdüyordu. Çalışma alanı; Bursa, Kırklareli, Tekirdağ, İstanbul ve Bandırma idi. Yunan Kızılhaç, Resmi Göçmenler Komisyonu, Rum okullarındaki izcilik kurumları, Mavri Mira'nın emrinde çalışıyordu.
Trakya ve Yunan Komitesi
Trakya'nın işgalinden doğan sorunları Yunanistan açısından çözmeye çalışan bir örgüttür. Buradaki milli direnişi ortadan kaldırmak ve tüm Doğu Trakya'nın Yunanistan'a verilmesini sağlamak temel amaçlarıydı.
Pontus Rum Cemiyeti
Yunanistan'ın milli örgütü olan ve Yunanistan'ın 1829'da bağımsız olmasını sağlayan Etnik-i Eterya Cemiyeti Tarbzon ve dolaylarında bir Rum Pontus Devleti kurmak amacıyla Pontus Rum Cemiyeti'ni meydana getirdi.
Kordos Cemiyeti
Yunanistan tarafından İstanbul'da "Rum Göçmenleri Merkez Komisyonu" adıyla kurduruldu. Derneğe İstanbul, Trakya, Trabzon, Marmara kıyıları ve İzmir gibi yörelerde düzeni bozma, Yunanistan'dan gelen özel görevlileri Rum göçmeni göstererek Doğu Karadeniz dolaylarına yerleştirme, bu yörelerdeki Rum azınlığı sayıca çoğaltam görevi verilmiştir.
Ermenilerin Kurduğu Cemiyetler
Daha önceleri Ermenilerin krumuş oldukları "Taşnaksütyun" ve "Hıncak" adlı gizli örgütler milli mücadeleye karşı çıktılar ve işgalcilerle işbirliği yaptılar.
Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira'ya benzer bir örgüt kurup Rumlarla işbirliği yaptı. Zaven Efendi tarafından kurulan bu cemiyetin adı, "Rum-Ermeni Birliği Komitesi" idi. Ermeni İntikam Alayları da, Fransızlardan aldıkları destek ile Adana ve dolaylarında faaliyet gösteriyorlardı.
Yahudi Cemiyetleri
Yahudilerin çok büyük bir çoğunluğu bölücü çalışmalarda bulunmadı, ancak "Makkabi Cemiyeti" ve "Alyans israilit Cemiyeti" işgalcilere destek verdi.
Milli Varlığa Düşman Cemiyetler
Özellikleri
Milliyetçi amaçlara tamamen karşıydılar.
Osmanlıcı ve hilafetçiydiler.
Başat Hürriyet ve İtilaf Fırkası etrafına toplanmışlardı.
Anadolu hareketine karşıydılar.
Ulusal örgütlere karşı direniş göstermişlerdir.
Manda ve himaye taraftarıydılar.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası
Kasım 1911'de Trablusgarp Savaşı'nın yarattığı kaos döneminde Ahrar ve Mutedil Hürriyetperveran Fırkalarının birleşmesinden oluşmuştur. İttihat ve Terakki karşıtı olan bu fırka, bağımsızların ve gayr-i Müslim mebusların desteğiyle güçlendi. Fırka'nın temel amacı, İttihat ve Terakki iktidarını yıkmaktı. Programında Osmanlıcılığı, özyönetimi, özel girişimi, meşrutiyeti ve liberal iktisat'ı savunmaktaydı. 1912 "sopalı seçimleri" ne kadar iktidarda kalan parti bu seçimde ancak 6 milletvekilini Meclis'e sokabildi.
Bundan sonra parti sıkı bir muhalefete yöneldi. "İkdam" ve "Alemdar" gazeteleri partinin yayın organı oldu. 1913'deki Babıâli Baskını'ndan sonra parti dağılmaya başladı.
Mahmut Şevket Paşa suikastından sonra bir kısım parti mensubu yargılandı, idam edildi, Sinop'a sürgün edildi ve oradan Avrupa'ya kaçtı.
Bu cemiyetler Mondros Mütarekesi'nden sonra Osmanlı Devleti'nin bağımsız yaşayamayacağını düşünen, Milli Mücadele'ye karşı manda ve himaye yanlısıydılar.
Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası
Bu cemiyet milli mücadeleye karşı çıkan Damat Ferit Hükümeti'ni desteklemiş, padişah ve halifeye bağlı kalmakla vatanın kurtulacağını savunmuştur.
Kürdistan Teali Cemiyeti
Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra kurulan bu cemiyet Wilson İlkeleri'nden yararlanarak özerk bir Kürt devleti kurmak için mücadele etmiştir.
Teali-i İslam Cemiyeti
İşgalcilerle mücadele edilemeyeceğini, bundan dolayı halifenin etrafında toplanmanın gerekliliğini savunmuşlardır.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti
Bu cemiyetin başkanı bir İngiliz din adamı olan Rahip Fru idi. İşgallere karşı koymanın olanaksız olduğunu savunan bu cemiyete Damat Ferit de üye idi.
Wilson Prensipleri Cemiyeti
Ülkeyi Milletler Cemiyeti içerisinde diğer devletlerle eşit haklara sahip bir varlık haline getirmek amacıyla kurulmuştur.
Kurucularının Amerika Birleşik Devletleri'nin manda ve himayesi altına girmekten yana oldukları bilinmektedir.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası
İttihat ve Terakki Partisi'ne düşman olarak çıkan bu cemiyet, Anadolu'daki milli kurtuluş hareketine karşı en büyük tepkiyi göstermiştir. Bu parti (fırka) Damat Ferit tarafından özellikle milli direnişe karşı yönlendirilmiştir.
1. DÜNYA SAVAŞINDA OSMANLI DEVLETİNİN SAVAŞTIĞI CEPHELER
Cepheler
Kafkasya cephesi:Osmanlı devleti doğu Anadolu’da Ruslarla savaştı. Ruslar 1914 yılının aralık ayında doğu ana doluya saldırdı. Enver paşanın yönettiği karşı taarruz, şiddetli soğuklar yüzünden başarısız oldu. Bu nedenlerden dolayı Sarıkamış ve yöresinde Askeri birliklerimiz çok kayıplar verdi.
1916 yılında muş ve Trabzon’u ele geçirdi. Ancak Çanakkale savaşlarından sonra gönderilen Mustafa kemal, muş ve Bitlis’i Ruslardan geri aldı.1917 Rus ihtilali, Kafkas cephesi'nde savaşın durmasına neden oldu.
Kanal cephesi: Osmanlı Devleti, Mısır'da yeniden egemenlik kurmak ve Süveyş kanalı'nı ele geçirmek amacındaydı. Bu kanal Osmanlılar tarafından alınırsa, İngilizlerin, sömürgeleriyle olan bağlantısı kesilecek ve oralara n aldığı Asker ve malzeme desteği önlenecekti.
Bu yüzden Osmanlı Almanya’nın etkisiyle İngilizlerin Elinde bulunan Süveyş kanalı'na bir saldırı düzenledi.(1915) ancak gerekli önlemler alınmadan, hazırlıksız olarak yapılan savaşta İngiliz birlikleri karşısında başarılı olamadı. İngilizler, Sina yarımadası'nı ele geçirerek Suriye sınırına dayandı (1916)
Hicaz ve yemen cephesi:Bir kısım Osmanlı birlikleri kutsal yerleri korumak için bu bölgede İngilizlerle çarpıştı.Ancak Sina’da gerek çölün olumsuz koşulları gerekse güçlü İngiliz kuvvetleri karşısında bir sonuç alınamadı.Osmanlı devleti bu cephede, İngilizler Veonların kışkırttığı Araplarla mücadele etmek zorunda kaldı. Bu cephede İngiliz üstün duruma geçti.
Irak cephesi:İngilizler, Türk kuvvetlerinin İran' a girmesi ve Hindistan’ı tehdit etmesini önlemek istiyordu. Ayrıca, kuzeye çıkarak Ruslarla birleşmek amacındaydılar. Irak petrollerini ele geçirmeyi planlayan İngiltere, Basra’ya asker çıkardı. İngiliz birlikleriyle savaşan Osmanlı kuvvetleri başarılı oldu.Küt' ül amare denilen yerde, İngiliz kuvvetleri geri çekildi(1915). Ancak elde edilen bu başarı uzun sürmedi. Yeniden Basra’ya asker çıkaran İngilizler, 1917 yılında Bağdat' a girdiler.
Suriye ve Filistin cephesi:Bu cephede Türk kuvvetlerine, yıldırım ordular grup komutanı olan alman general limanVon Sanders komuta ediyordu. Bu general, ateşkes hükmü gereğince görevden alındı, yerine Mustafa kemal paşa atandı. Suriye cephesi'nde İngilizlere karşı bazı başarılar kazandı. Mustafa kemal paşa, bugünkü Suriye sınırımızı savunmak için önlemler aldı.Galiçya, Romanya ve Makedonya cepheleri:Osmanlı devleti, Avrupa cephelerine kuvvet göndererek, kendi bağlaşıklarını desteklemişti gönderilen kuvvetler 1916–1917 yıllarında Avrupa cephelerinde muharebelere katıldılar. Rusya, Romanya ve Fransa' ya karşı mücadele ettiler.
Çanakkale cephesi:Türk tarihinin kaderini değiştiren, Türk milletinin vatanını savunmak için canını feda etmekten çekinmediği önemli bir savaştır.
İtilaf devletlerinin bu cephedeki amacı; Rusya’ya silah yardımı yaparak bu devletin doğu Avrupa’ya yönelik saldırısını kolaylaştırmak, Almanya’nın doğuya yayılmasını önlemek, boğazlar ve İstanbul' u alarak Osmanlı devleti'ni savaş dışı bırakmaktı.
İngiltere ayrıca, mısır'daki varlığını güvence Altına almak, Ortadoğu’daki zengin petrol yataklarına sahip olmak istiyordu.
İtilaf devleri, Çanakkale boğazı'ndan geçmek için, Şubat 1915'ten itibaren saldırıya geçtiler. Güçlü top atışı veNusret mayın gemisinin önceden boğaz'a döktüğü mayınlar yüzünden başarısızlığa uğradılar. 18 Mart 1915' te, daha büyük bir saldırı başlattılar. İtilaf devletleri' nin savaş gemilerinin bir kısmı batırıldı, bir bölümü ise saf dışı edildi.
Böylece Çanakkale’yi denizden geçilemeyeceğini anladılar. Bunun üzerine 25 Nisan tarihinde Gelibolu yarımadası' ndaSeddülbahir ve Arı burnu kıyılarına çıkarma yaptılar.
Amaç; Çanakkale’yi karadan geçmekti. İçlerinde Avusturya ve yeni Zelandalı askerlerden oluşanAnzakların da bulunduğu itilaf devleti'nin birlikleri, karşılarında Mustafa kemal' i ve onun inançlı askerlerini buldular.
Türk ordusu, bu cephede büyük bir zafer kazandı. Boğazlar ve İstanbul’a yönelen tehlike önlendi. İtilaf devletleri amaçlarına ulaşamadılar. Bu cephede kazanılan zafer nedeniyle savaş bir süre uzadı
Kafkasya cephesi:Osmanlı devleti doğu Anadolu’da Ruslarla savaştı. Ruslar 1914 yılının aralık ayında doğu ana doluya saldırdı. Enver paşanın yönettiği karşı taarruz, şiddetli soğuklar yüzünden başarısız oldu. Bu nedenlerden dolayı Sarıkamış ve yöresinde Askeri birliklerimiz çok kayıplar verdi.
1916 yılında muş ve Trabzon’u ele geçirdi. Ancak Çanakkale savaşlarından sonra gönderilen Mustafa kemal, muş ve Bitlis’i Ruslardan geri aldı.1917 Rus ihtilali, Kafkas cephesi'nde savaşın durmasına neden oldu.
Kanal cephesi: Osmanlı Devleti, Mısır'da yeniden egemenlik kurmak ve Süveyş kanalı'nı ele geçirmek amacındaydı. Bu kanal Osmanlılar tarafından alınırsa, İngilizlerin, sömürgeleriyle olan bağlantısı kesilecek ve oralara n aldığı Asker ve malzeme desteği önlenecekti.
Bu yüzden Osmanlı Almanya’nın etkisiyle İngilizlerin Elinde bulunan Süveyş kanalı'na bir saldırı düzenledi.(1915) ancak gerekli önlemler alınmadan, hazırlıksız olarak yapılan savaşta İngiliz birlikleri karşısında başarılı olamadı. İngilizler, Sina yarımadası'nı ele geçirerek Suriye sınırına dayandı (1916)
Hicaz ve yemen cephesi:Bir kısım Osmanlı birlikleri kutsal yerleri korumak için bu bölgede İngilizlerle çarpıştı.Ancak Sina’da gerek çölün olumsuz koşulları gerekse güçlü İngiliz kuvvetleri karşısında bir sonuç alınamadı.Osmanlı devleti bu cephede, İngilizler Veonların kışkırttığı Araplarla mücadele etmek zorunda kaldı. Bu cephede İngiliz üstün duruma geçti.
Irak cephesi:İngilizler, Türk kuvvetlerinin İran' a girmesi ve Hindistan’ı tehdit etmesini önlemek istiyordu. Ayrıca, kuzeye çıkarak Ruslarla birleşmek amacındaydılar. Irak petrollerini ele geçirmeyi planlayan İngiltere, Basra’ya asker çıkardı. İngiliz birlikleriyle savaşan Osmanlı kuvvetleri başarılı oldu.Küt' ül amare denilen yerde, İngiliz kuvvetleri geri çekildi(1915). Ancak elde edilen bu başarı uzun sürmedi. Yeniden Basra’ya asker çıkaran İngilizler, 1917 yılında Bağdat' a girdiler.
Suriye ve Filistin cephesi:Bu cephede Türk kuvvetlerine, yıldırım ordular grup komutanı olan alman general limanVon Sanders komuta ediyordu. Bu general, ateşkes hükmü gereğince görevden alındı, yerine Mustafa kemal paşa atandı. Suriye cephesi'nde İngilizlere karşı bazı başarılar kazandı. Mustafa kemal paşa, bugünkü Suriye sınırımızı savunmak için önlemler aldı.Galiçya, Romanya ve Makedonya cepheleri:Osmanlı devleti, Avrupa cephelerine kuvvet göndererek, kendi bağlaşıklarını desteklemişti gönderilen kuvvetler 1916–1917 yıllarında Avrupa cephelerinde muharebelere katıldılar. Rusya, Romanya ve Fransa' ya karşı mücadele ettiler.
Çanakkale cephesi:Türk tarihinin kaderini değiştiren, Türk milletinin vatanını savunmak için canını feda etmekten çekinmediği önemli bir savaştır.
İtilaf devletlerinin bu cephedeki amacı; Rusya’ya silah yardımı yaparak bu devletin doğu Avrupa’ya yönelik saldırısını kolaylaştırmak, Almanya’nın doğuya yayılmasını önlemek, boğazlar ve İstanbul' u alarak Osmanlı devleti'ni savaş dışı bırakmaktı.
İngiltere ayrıca, mısır'daki varlığını güvence Altına almak, Ortadoğu’daki zengin petrol yataklarına sahip olmak istiyordu.
İtilaf devleri, Çanakkale boğazı'ndan geçmek için, Şubat 1915'ten itibaren saldırıya geçtiler. Güçlü top atışı veNusret mayın gemisinin önceden boğaz'a döktüğü mayınlar yüzünden başarısızlığa uğradılar. 18 Mart 1915' te, daha büyük bir saldırı başlattılar. İtilaf devletleri' nin savaş gemilerinin bir kısmı batırıldı, bir bölümü ise saf dışı edildi.
Böylece Çanakkale’yi denizden geçilemeyeceğini anladılar. Bunun üzerine 25 Nisan tarihinde Gelibolu yarımadası' ndaSeddülbahir ve Arı burnu kıyılarına çıkarma yaptılar.
Amaç; Çanakkale’yi karadan geçmekti. İçlerinde Avusturya ve yeni Zelandalı askerlerden oluşanAnzakların da bulunduğu itilaf devleti'nin birlikleri, karşılarında Mustafa kemal' i ve onun inançlı askerlerini buldular.
Türk ordusu, bu cephede büyük bir zafer kazandı. Boğazlar ve İstanbul’a yönelen tehlike önlendi. İtilaf devletleri amaçlarına ulaşamadılar. Bu cephede kazanılan zafer nedeniyle savaş bir süre uzadı
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ NEDENLERİ VE SONUÇLARI
NEDENLERİ
Ham Madde ve sömürge arayışı.
-İngiltere ve Almanya arasındaki ekonomik rekabet.
-silahlanma yarışının hızlanması.
-Fransız ihtilalinin getirdiği milletçilik akımının etkisi.
-Fransızların alsos-loren bölgesini Almanlardan geri almak istemesi.-devletlerarası bloklaşma.
-Avusturya’nın ve Rusya’nın balkanlar üzerindeki çıkar çatışmaları.-siyasi birliğini geç tamamlayan Almanya ve İtalya’nın siyasi dengeleri değiştirmesi
SONUÇLARI
1.Avrupa ve Asya’da devletlerarası dengeler bozulmuş, Osmanlı, Avusturya-Macar imparatorluğu ve Rusya tarihe karıştı.
2.Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Macaristan kuruldu.
3.yeni siyasi rejimler ortaya çıktı
.4.yenilen devlerin imzaladığı ağır Antlaşmalar 2. dünya savaşına ortam hazırladı.
5.sömürgecilik isim değiştirerek "mandacılık" adı altında devam etti.
6.Osmanlı devleti parçalanmış Hıristiyan azınlıktan sonra Müslüman Araplarda bağımsızlıklarını ilan etti.
7.a.b.d. bu savaştan sonra Avrupa politikasına karışmaya başladı.
8.cemiyet-i akvam kuruldu
Ham Madde ve sömürge arayışı.
-İngiltere ve Almanya arasındaki ekonomik rekabet.
-silahlanma yarışının hızlanması.
-Fransız ihtilalinin getirdiği milletçilik akımının etkisi.
-Fransızların alsos-loren bölgesini Almanlardan geri almak istemesi.-devletlerarası bloklaşma.
-Avusturya’nın ve Rusya’nın balkanlar üzerindeki çıkar çatışmaları.-siyasi birliğini geç tamamlayan Almanya ve İtalya’nın siyasi dengeleri değiştirmesi
SONUÇLARI
1.Avrupa ve Asya’da devletlerarası dengeler bozulmuş, Osmanlı, Avusturya-Macar imparatorluğu ve Rusya tarihe karıştı.
2.Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Macaristan kuruldu.
3.yeni siyasi rejimler ortaya çıktı
.4.yenilen devlerin imzaladığı ağır Antlaşmalar 2. dünya savaşına ortam hazırladı.
5.sömürgecilik isim değiştirerek "mandacılık" adı altında devam etti.
6.Osmanlı devleti parçalanmış Hıristiyan azınlıktan sonra Müslüman Araplarda bağımsızlıklarını ilan etti.
7.a.b.d. bu savaştan sonra Avrupa politikasına karışmaya başladı.
8.cemiyet-i akvam kuruldu
BATICILIK
Tanzimat'tan sonra devleti kurtarmak ve modernleştirmek yolunda ortaya çıkan fikir akımlarından biri de Garpçılıktır. Fikrin kökenini ıslahat faaliyetlerinin başlangıcı ile bütünleştirmek mümkündür. Bu yüzden I. Meşrutiyet'e gelinceye kadar Batılaşma hareketinin önderleri ya padişahların bizzat kendileri ya da onların desteklediği devlet adamlarıdır. Durum böyle olunca hareketin kapsamı Gülhane Hatt-ı Hümayunu gibi hükümdarla tebaa arasındaki münasebetlerin yeni hukuk esaslarına göre ayarlanmasından ibaret kaldı. Bunun en önemli sebebi de Osmanlılar ve Avrupalıların karşılıklı siyasî ve sosyal münasebetlerinde inanç ve kültür farklılığının mevcudiyeti ve Osmanlı Müslüman toplumunun kendisini kültürel bakımdan Avrupalılardan üstün saymasıydı.
I. Meşrutiyet Batılılaşma hareketlerinde bir dönüm noktasını teşkil eder. Bu akımın etrafında toplananlar fikirlerini çoğunlukla "İçtihad" dergisinde ortaya atarlar. Ancak Garpçıların da kendi aralarında tam bir fikir birliği içinde oldukları söylenemez. Gerilemenin bir dizi gerekçeleri arasında "aydınları" baş sorumlu tutmaları ve "kendisine nur verilmeyenden nur istemeye hakkımız yoktur" ifadeleri dikkat çekicidir. Bununla birlikte iyimserdirler. Uçurumun kenarına gelmiş tek İslam Devleti'nin her şeye rağmen kalkınabileceğine inanmışlardır. Bir şartla ki sosyal inkılap yapılsın. Bu ilmî bir metotla olabilir.Batıcılara göre Osmanlı Devleti'nin en büyük problemi Batılı olmamaktan kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile tek kuruluş yolu vardır o da bu yüzyılın fikir ve ihtiyaçlarına uygun medenî bir devlet ve millet halini almaktır. Yani ilmî manasıyla "Garplılaşmaktır" "Nur ondadır." Ona gitmek mecburidir. "Çünkü ikinci bir medeniyet yoktur."
Batıcılar bu noktada ikiye ayrıldılar. Batı'nın bir bütün olduğunu gülü ve dikeni ile benimsenmesini savunan Abdullah Cevdet ve arkadaşları birinci grubu oluşturur. Bu noktada Abdullah Cevdet Batıyla çatışmayı "Bal kabağının Krupp güllesiyle çarpışması" olarak değerlendirir ve tatlı fakat boş bir hayal olduğunu ifade eder.İkinci grubu oluşturan Celal Nuri ve arkadaşları ise Batının yalnız teknolojisinin alınması gerektiğini Osmanlı Devleti hakkında düşmanca duygular besleyen Batıya kültürel açıdan karşı çıkılmasının kaçınılmaz olduğunu savunur.
Batıcıların belli başlı aaalerini şu şekilde özetlemek mümkündür.Batılaşmak yani Batı devletlerine benzer bir hale gelmek kaçınılmazdır.İmparatorluğun gelişmesine ve ilerlemesine din tek başına bir engel değildir. Fakat İslamiyet'in yanlış yorumlanması ve bir dizi batıl itikatların gelişmesi kalkınmaya engel olmaktadır.Özel teşebbüsün desteklenmesi gerekmektedir.
Batıcılar "İttihad-ı Anasır" yani Osmanlı birliğine taraftardırlar. Bu anlamda Tanzimat ve Tanzimatçılığı savunmaktadırlar.Bu görüşlerin yanı sıra Batıcılar o dönem için radikal diyebileceğimiz fikirleri de savunmaktadırlar. Bunların arasında padişahın tek eşli olması fes'in atılarak şapkanın benimsenmesi kadınların diledikleri tarzda giyinmelerine ve dolaşmalarına izin verilmesi mevcut alfabenin atılarak Latin harflerinin kabul edilmesi okuyuculuk üfürücülük falcılık vb. davranışların yasaklanması medreselerin kapatılarak batı kolejleri tipinde okulların açılması birer tembellik yuvası olan tekke ve zaviyelerin kapatılması.Batıcılık düşüncesini savunanlar siyasî partilerden doğrudan destek görmediler. Ancak fikirlerinin önemli bir kısmı Cumhuriyet'in ilanından sonra uygulama alanı buldu.
Osmanlı İmparatorluğu'nda II. Meşrutiyetin ilanından itibaren başlayan özgürlükçü hava içinde çeşitli siyasal düşünce ve eylemlerin yanında "Sosyalizm"düşüncesi de gündeme geldi. Ancak son derece zayıf bir akım olarak kaldı. Parti 1908 yılı sonundaki grev hareketleri ve 1909 yılında parlamento da uzun tartışmalara sebep olan "işçi sendikaları" tartışmalarından sonra Eylül 1910'da "Osmanlı Sosyalist Fır-kası" adı ile kuruldu. Parti beyannamesinde "Sosyalizm"in Osmanlı İmparatorluğu'nda uygulamasını istemiştir. Gerek beyanname ve gerekse parti programındaki fikirler sosyalizmin klasik açıklamalarından öteye gitmemiştir.
Osmanlı Sosyalistleri fikirlerini partinin kuruluşundan önce şubat 1910'da Hüseyin Hilmi (Sosyalist Hilmi) tarafından çıkarılmaya başlanan "İştirak" dergisinde açıklamışlardır. Ayrıca çok şikayetçi oldukları "basın hürriyetinin" fena uygulanması yüzünden kısa ömürlü olan günlük gazeteleri de vardı.Parti işçi meselelerinin tartışılması üzerinde kurulmasına rağmen; partinin parlamento içinde işçi sorunları ya da sosyalist düşüncelerin tartışılması gibi konularda hiçbir katkısı olmadı. Bunun belki de en önemli sebebi partinin milletvekilinin bulunmaması ve parlamentodan da partiye hiçbir katılımın olmamasıdır.Osmanlı sosyalistleri insicamlı ve devamlı olmayan fikirleri içinde Batılaşma meselesini sosyalizmin gerçekleşmesine bağlamıştır. Bu bakımdan iki devrelik bir program teklif ettikleri görülmektedir. Birinci devre siyasidir. Diğer devrenin ise sosyalist olması gerekir. Siyasi devre 10 Temmuz 1908'de meşrutiyetle gerçekleşmiştir. Bu devrede kısa açıklamalar yapan sosyalistler ihtilâlci ve savaşçı düşüncelerini ortaya koymaktan çekinmediler. "10 Temmuz hürriyeti gerçi harben...feth olunmadı alındı." Osmanlı sosyalistlerine göre "Hürriyet ancak harp ve darp ile" büyük fedakarlıklarla "parça parça feth olunur". Bu bakımdan 10 Temmuz sosyalist bir hareket değildir. O halde yeni bir devrime gerek vardır. Ancak devrimden sonra nasıl bir uygulamaya geçileceği ya da toplum refahının arttırılacağı konusunda her hangi bir çözüm yolu önermemiştir. çünkü yeterli bilgi birikimi kadrosu ve alt yapısı yoktur.alıntı...
I. Meşrutiyet Batılılaşma hareketlerinde bir dönüm noktasını teşkil eder. Bu akımın etrafında toplananlar fikirlerini çoğunlukla "İçtihad" dergisinde ortaya atarlar. Ancak Garpçıların da kendi aralarında tam bir fikir birliği içinde oldukları söylenemez. Gerilemenin bir dizi gerekçeleri arasında "aydınları" baş sorumlu tutmaları ve "kendisine nur verilmeyenden nur istemeye hakkımız yoktur" ifadeleri dikkat çekicidir. Bununla birlikte iyimserdirler. Uçurumun kenarına gelmiş tek İslam Devleti'nin her şeye rağmen kalkınabileceğine inanmışlardır. Bir şartla ki sosyal inkılap yapılsın. Bu ilmî bir metotla olabilir.Batıcılara göre Osmanlı Devleti'nin en büyük problemi Batılı olmamaktan kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile tek kuruluş yolu vardır o da bu yüzyılın fikir ve ihtiyaçlarına uygun medenî bir devlet ve millet halini almaktır. Yani ilmî manasıyla "Garplılaşmaktır" "Nur ondadır." Ona gitmek mecburidir. "Çünkü ikinci bir medeniyet yoktur."
Batıcılar bu noktada ikiye ayrıldılar. Batı'nın bir bütün olduğunu gülü ve dikeni ile benimsenmesini savunan Abdullah Cevdet ve arkadaşları birinci grubu oluşturur. Bu noktada Abdullah Cevdet Batıyla çatışmayı "Bal kabağının Krupp güllesiyle çarpışması" olarak değerlendirir ve tatlı fakat boş bir hayal olduğunu ifade eder.İkinci grubu oluşturan Celal Nuri ve arkadaşları ise Batının yalnız teknolojisinin alınması gerektiğini Osmanlı Devleti hakkında düşmanca duygular besleyen Batıya kültürel açıdan karşı çıkılmasının kaçınılmaz olduğunu savunur.
Batıcıların belli başlı aaalerini şu şekilde özetlemek mümkündür.Batılaşmak yani Batı devletlerine benzer bir hale gelmek kaçınılmazdır.İmparatorluğun gelişmesine ve ilerlemesine din tek başına bir engel değildir. Fakat İslamiyet'in yanlış yorumlanması ve bir dizi batıl itikatların gelişmesi kalkınmaya engel olmaktadır.Özel teşebbüsün desteklenmesi gerekmektedir.
Batıcılar "İttihad-ı Anasır" yani Osmanlı birliğine taraftardırlar. Bu anlamda Tanzimat ve Tanzimatçılığı savunmaktadırlar.Bu görüşlerin yanı sıra Batıcılar o dönem için radikal diyebileceğimiz fikirleri de savunmaktadırlar. Bunların arasında padişahın tek eşli olması fes'in atılarak şapkanın benimsenmesi kadınların diledikleri tarzda giyinmelerine ve dolaşmalarına izin verilmesi mevcut alfabenin atılarak Latin harflerinin kabul edilmesi okuyuculuk üfürücülük falcılık vb. davranışların yasaklanması medreselerin kapatılarak batı kolejleri tipinde okulların açılması birer tembellik yuvası olan tekke ve zaviyelerin kapatılması.Batıcılık düşüncesini savunanlar siyasî partilerden doğrudan destek görmediler. Ancak fikirlerinin önemli bir kısmı Cumhuriyet'in ilanından sonra uygulama alanı buldu.
Osmanlı İmparatorluğu'nda II. Meşrutiyetin ilanından itibaren başlayan özgürlükçü hava içinde çeşitli siyasal düşünce ve eylemlerin yanında "Sosyalizm"düşüncesi de gündeme geldi. Ancak son derece zayıf bir akım olarak kaldı. Parti 1908 yılı sonundaki grev hareketleri ve 1909 yılında parlamento da uzun tartışmalara sebep olan "işçi sendikaları" tartışmalarından sonra Eylül 1910'da "Osmanlı Sosyalist Fır-kası" adı ile kuruldu. Parti beyannamesinde "Sosyalizm"in Osmanlı İmparatorluğu'nda uygulamasını istemiştir. Gerek beyanname ve gerekse parti programındaki fikirler sosyalizmin klasik açıklamalarından öteye gitmemiştir.
Osmanlı Sosyalistleri fikirlerini partinin kuruluşundan önce şubat 1910'da Hüseyin Hilmi (Sosyalist Hilmi) tarafından çıkarılmaya başlanan "İştirak" dergisinde açıklamışlardır. Ayrıca çok şikayetçi oldukları "basın hürriyetinin" fena uygulanması yüzünden kısa ömürlü olan günlük gazeteleri de vardı.Parti işçi meselelerinin tartışılması üzerinde kurulmasına rağmen; partinin parlamento içinde işçi sorunları ya da sosyalist düşüncelerin tartışılması gibi konularda hiçbir katkısı olmadı. Bunun belki de en önemli sebebi partinin milletvekilinin bulunmaması ve parlamentodan da partiye hiçbir katılımın olmamasıdır.Osmanlı sosyalistleri insicamlı ve devamlı olmayan fikirleri içinde Batılaşma meselesini sosyalizmin gerçekleşmesine bağlamıştır. Bu bakımdan iki devrelik bir program teklif ettikleri görülmektedir. Birinci devre siyasidir. Diğer devrenin ise sosyalist olması gerekir. Siyasi devre 10 Temmuz 1908'de meşrutiyetle gerçekleşmiştir. Bu devrede kısa açıklamalar yapan sosyalistler ihtilâlci ve savaşçı düşüncelerini ortaya koymaktan çekinmediler. "10 Temmuz hürriyeti gerçi harben...feth olunmadı alındı." Osmanlı sosyalistlerine göre "Hürriyet ancak harp ve darp ile" büyük fedakarlıklarla "parça parça feth olunur". Bu bakımdan 10 Temmuz sosyalist bir hareket değildir. O halde yeni bir devrime gerek vardır. Ancak devrimden sonra nasıl bir uygulamaya geçileceği ya da toplum refahının arttırılacağı konusunda her hangi bir çözüm yolu önermemiştir. çünkü yeterli bilgi birikimi kadrosu ve alt yapısı yoktur.alıntı...
OSMANLICILIK
Osmanlıcılık Osmanlı İmparatorluğu içindeki tüm etnik grupların üzerinde bir "Osmanlılık" duygusunu ve bu duyguya paralel olarak bir "Osmanlı Milletini" ortaya çıkararak Osmanlı Devleti'nin menfaatleri doğrultusunda gayret sarfetmelerini sağlamaya yönelik bir düşünce akımıdır. Bu düşüncenin savunulmaya başlandığı Tanzimat döneminde İmparatorluk içindeki değişik etnik grupların Batı devletlerinin desteğini alarak bağımsızlığa yöneldikleri göz önüne alınırsa; Osmanlıcılık fikrini ileri süren devlet adamlarının bu yolla iç çekişmeleri yavaşlatmak ve dış baskıları da hafifletmeye çalıştıkları görülecektir.Bir Osmanlı milleti oluşturma politikası Sultan II. Mahmut'un "Ben tebaamın Müslüman olanını camide Hristiyan olanını kilisede Yahudi olanını havrada farkederim. Aralarında başka bir güna fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi gerçek evladımdır." diyordu.
1839'da ilan edilen "Gülhane Hattı Hümayunu"nda bu fikir prensip olarak da tespit edilmiş oldu. Dolayısıyla Osmanlıcılık fikrinin esas gelişimi dönemi de Tanzimat'tan sonradır. Ancak Osmanlı devlet adamlarının bu aaalerini sistematik olarak savundukları söylenemez. Bununla birlikte; Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler pek çok konuda birbirlerinden farklı düşünmelerine karşın; "Osmanlıcılık" fikrinin ana programı şu şekilde özetlenebilir: Bütün Osmanlılar hukuken eşittir. Hukuk ve hürriyetleri teminat altına alınır. Toplum zulümden kurtulup ezel" ve beşer" olan adalete mazhar edilir. Bütün Osmanlı vatandaşları vatan sevgisi ile birleştirilir. Bu maksadın sağlanması için meşruti idareye getirilecektir. Bu maksatların elde edilmesi için şiddet yoluna baş vurulmaz fitne çıkarılmaz ve ikna yoluyla çalışılır.Dikkat çekici olan İslamcıların ve Batıcılar'ın da Osmanlıcılığı savunuyor olmasıdır. Örneğin; Osmanlıcılığın gerekli bir politika olduğunu savunan İslamcı Süleyman Nazif "Cengiz Hastalığı" adlı makalesinde "Bizim damarlarımızda bugün hususi bir kan vardır ki o da Osmanlı kanıdır" derken; Batıcı Celal Nuri Osmanlıcılığı eleştirenleri kınarken "...Bunun gibi Osmanlıcılık yani anasırın müsavatı siyaseti de bırakılamaz. Böyle bir sakim (yanlış) politika milletleri herc-ü merc (altüst) edeceği gibi Avrupa'yı hususuyla bazı akvam-ı Osmaniye'ye hamilik eden düvel-i muazzamayı aleyhimize sevk eder..."der.Yusuf Akçuraoğlu ise; Üç Tarz-ı Siyaset adındaki eserinde Osmanlıcılık fikrini gerçekçi bulmadığını "...muhtelif cins ve dine mensup olup şimdiye kadar birbirleriyle kavga ve savaştan hali kalmayan unsurların şimdiden sonra kaynaşmalarının mümkün olmadığı..." yolundaki sözleri ile ifade etti. Atatürk de Osmanlıcılık fikrinin uygulanamayacağını şu sözleri ile ortaya koymuştur: "...Osmanlı İmparatorluğu içindeki muhtelif kavimler hep milli akidelere sarılarak milliyet mefküresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlardan yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık... Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak kendi benliğimize ve milletimize bu hürmeti gösterelim. Bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin şikarıdır. (ganimetidir)".Osmanlıcılık fikrinin en önemli hedefleri Mithat Paşa ve arkadaşlarının da gayretleriyle 1876'da Kanun-ı Esasî'nin ilanıyla gerçekleşti. Fakat Osmanlıcılığın zaferi olarak görülen bu hareket uzun sürmedi. II. Abdülhamid'in Osmanlıcılık fikrinin zararlı olduğu kanaatına varması; Meşrutiyet idaresine ara vermesi ve yeniden bütün yetkileri kendisinde toplayarak İslamcılık fikrini ön plana çıkarması ve özellikle toplumun temel nüvesini oluşturan Türklerin Osmanlıcılık fikrine sıcak bakmaması bu fikrin öneminin kaybolmasına sebep olmuştur.
alıntıdır..
1839'da ilan edilen "Gülhane Hattı Hümayunu"nda bu fikir prensip olarak da tespit edilmiş oldu. Dolayısıyla Osmanlıcılık fikrinin esas gelişimi dönemi de Tanzimat'tan sonradır. Ancak Osmanlı devlet adamlarının bu aaalerini sistematik olarak savundukları söylenemez. Bununla birlikte; Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler pek çok konuda birbirlerinden farklı düşünmelerine karşın; "Osmanlıcılık" fikrinin ana programı şu şekilde özetlenebilir: Bütün Osmanlılar hukuken eşittir. Hukuk ve hürriyetleri teminat altına alınır. Toplum zulümden kurtulup ezel" ve beşer" olan adalete mazhar edilir. Bütün Osmanlı vatandaşları vatan sevgisi ile birleştirilir. Bu maksadın sağlanması için meşruti idareye getirilecektir. Bu maksatların elde edilmesi için şiddet yoluna baş vurulmaz fitne çıkarılmaz ve ikna yoluyla çalışılır.Dikkat çekici olan İslamcıların ve Batıcılar'ın da Osmanlıcılığı savunuyor olmasıdır. Örneğin; Osmanlıcılığın gerekli bir politika olduğunu savunan İslamcı Süleyman Nazif "Cengiz Hastalığı" adlı makalesinde "Bizim damarlarımızda bugün hususi bir kan vardır ki o da Osmanlı kanıdır" derken; Batıcı Celal Nuri Osmanlıcılığı eleştirenleri kınarken "...Bunun gibi Osmanlıcılık yani anasırın müsavatı siyaseti de bırakılamaz. Böyle bir sakim (yanlış) politika milletleri herc-ü merc (altüst) edeceği gibi Avrupa'yı hususuyla bazı akvam-ı Osmaniye'ye hamilik eden düvel-i muazzamayı aleyhimize sevk eder..."der.Yusuf Akçuraoğlu ise; Üç Tarz-ı Siyaset adındaki eserinde Osmanlıcılık fikrini gerçekçi bulmadığını "...muhtelif cins ve dine mensup olup şimdiye kadar birbirleriyle kavga ve savaştan hali kalmayan unsurların şimdiden sonra kaynaşmalarının mümkün olmadığı..." yolundaki sözleri ile ifade etti. Atatürk de Osmanlıcılık fikrinin uygulanamayacağını şu sözleri ile ortaya koymuştur: "...Osmanlı İmparatorluğu içindeki muhtelif kavimler hep milli akidelere sarılarak milliyet mefküresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlardan yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık... Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak kendi benliğimize ve milletimize bu hürmeti gösterelim. Bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin şikarıdır. (ganimetidir)".Osmanlıcılık fikrinin en önemli hedefleri Mithat Paşa ve arkadaşlarının da gayretleriyle 1876'da Kanun-ı Esasî'nin ilanıyla gerçekleşti. Fakat Osmanlıcılığın zaferi olarak görülen bu hareket uzun sürmedi. II. Abdülhamid'in Osmanlıcılık fikrinin zararlı olduğu kanaatına varması; Meşrutiyet idaresine ara vermesi ve yeniden bütün yetkileri kendisinde toplayarak İslamcılık fikrini ön plana çıkarması ve özellikle toplumun temel nüvesini oluşturan Türklerin Osmanlıcılık fikrine sıcak bakmaması bu fikrin öneminin kaybolmasına sebep olmuştur.
alıntıdır..
OSMANLICILIK
Osmanlıcılık Osmanlı İmparatorluğu içindeki tüm etnik grupların üzerinde bir "Osmanlılık" duygusunu ve bu duyguya paralel olarak bir "Osmanlı Milletini" ortaya çıkararak Osmanlı Devleti'nin menfaatleri doğrultusunda gayret sarfetmelerini sağlamaya yönelik bir düşünce akımıdır. Bu düşüncenin savunulmaya başlandığı Tanzimat döneminde İmparatorluk içindeki değişik etnik grupların Batı devletlerinin desteğini alarak bağımsızlığa yöneldikleri göz önüne alınırsa; Osmanlıcılık fikrini ileri süren devlet adamlarının bu yolla iç çekişmeleri yavaşlatmak ve dış baskıları da hafifletmeye çalıştıkları görülecektir.Bir Osmanlı milleti oluşturma politikası Sultan II. Mahmut'un "Ben tebaamın Müslüman olanını camide Hristiyan olanını kilisede Yahudi olanını havrada farkederim. Aralarında başka bir güna fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi gerçek evladımdır." diyordu.
1839'da ilan edilen "Gülhane Hattı Hümayunu"nda bu fikir prensip olarak da tespit edilmiş oldu. Dolayısıyla Osmanlıcılık fikrinin esas gelişimi dönemi de Tanzimat'tan sonradır. Ancak Osmanlı devlet adamlarının bu aaalerini sistematik olarak savundukları söylenemez. Bununla birlikte; Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler pek çok konuda birbirlerinden farklı düşünmelerine karşın; "Osmanlıcılık" fikrinin ana programı şu şekilde özetlenebilir: Bütün Osmanlılar hukuken eşittir. Hukuk ve hürriyetleri teminat altına alınır. Toplum zulümden kurtulup ezel" ve beşer" olan adalete mazhar edilir. Bütün Osmanlı vatandaşları vatan sevgisi ile birleştirilir. Bu maksadın sağlanması için meşruti idareye getirilecektir. Bu maksatların elde edilmesi için şiddet yoluna baş vurulmaz fitne çıkarılmaz ve ikna yoluyla çalışılır.Dikkat çekici olan İslamcıların ve Batıcılar'ın da Osmanlıcılığı savunuyor olmasıdır. Örneğin; Osmanlıcılığın gerekli bir politika olduğunu savunan İslamcı Süleyman Nazif "Cengiz Hastalığı" adlı makalesinde "Bizim damarlarımızda bugün hususi bir kan vardır ki o da Osmanlı kanıdır" derken; Batıcı Celal Nuri Osmanlıcılığı eleştirenleri kınarken "...Bunun gibi Osmanlıcılık yani anasırın müsavatı siyaseti de bırakılamaz. Böyle bir sakim (yanlış) politika milletleri herc-ü merc (altüst) edeceği gibi Avrupa'yı hususuyla bazı akvam-ı Osmaniye'ye hamilik eden düvel-i muazzamayı aleyhimize sevk eder..."der.Yusuf Akçuraoğlu ise; Üç Tarz-ı Siyaset adındaki eserinde Osmanlıcılık fikrini gerçekçi bulmadığını "...muhtelif cins ve dine mensup olup şimdiye kadar birbirleriyle kavga ve savaştan hali kalmayan unsurların şimdiden sonra kaynaşmalarının mümkün olmadığı..." yolundaki sözleri ile ifade etti. Atatürk de Osmanlıcılık fikrinin uygulanamayacağını şu sözleri ile ortaya koymuştur: "...Osmanlı İmparatorluğu içindeki muhtelif kavimler hep milli akidelere sarılarak milliyet mefküresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlardan yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık... Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak kendi benliğimize ve milletimize bu hürmeti gösterelim. Bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin şikarıdır. (ganimetidir)".Osmanlıcılık fikrinin en önemli hedefleri Mithat Paşa ve arkadaşlarının da gayretleriyle 1876'da Kanun-ı Esasî'nin ilanıyla gerçekleşti. Fakat Osmanlıcılığın zaferi olarak görülen bu hareket uzun sürmedi. II. Abdülhamid'in Osmanlıcılık fikrinin zararlı olduğu kanaatına varması; Meşrutiyet idaresine ara vermesi ve yeniden bütün yetkileri kendisinde toplayarak İslamcılık fikrini ön plana çıkarması ve özellikle toplumun temel nüvesini oluşturan Türklerin Osmanlıcılık fikrine sıcak bakmaması bu fikrin öneminin kaybolmasına sebep olmuştur.
alıntıdır..
1839'da ilan edilen "Gülhane Hattı Hümayunu"nda bu fikir prensip olarak da tespit edilmiş oldu. Dolayısıyla Osmanlıcılık fikrinin esas gelişimi dönemi de Tanzimat'tan sonradır. Ancak Osmanlı devlet adamlarının bu aaalerini sistematik olarak savundukları söylenemez. Bununla birlikte; Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler pek çok konuda birbirlerinden farklı düşünmelerine karşın; "Osmanlıcılık" fikrinin ana programı şu şekilde özetlenebilir: Bütün Osmanlılar hukuken eşittir. Hukuk ve hürriyetleri teminat altına alınır. Toplum zulümden kurtulup ezel" ve beşer" olan adalete mazhar edilir. Bütün Osmanlı vatandaşları vatan sevgisi ile birleştirilir. Bu maksadın sağlanması için meşruti idareye getirilecektir. Bu maksatların elde edilmesi için şiddet yoluna baş vurulmaz fitne çıkarılmaz ve ikna yoluyla çalışılır.Dikkat çekici olan İslamcıların ve Batıcılar'ın da Osmanlıcılığı savunuyor olmasıdır. Örneğin; Osmanlıcılığın gerekli bir politika olduğunu savunan İslamcı Süleyman Nazif "Cengiz Hastalığı" adlı makalesinde "Bizim damarlarımızda bugün hususi bir kan vardır ki o da Osmanlı kanıdır" derken; Batıcı Celal Nuri Osmanlıcılığı eleştirenleri kınarken "...Bunun gibi Osmanlıcılık yani anasırın müsavatı siyaseti de bırakılamaz. Böyle bir sakim (yanlış) politika milletleri herc-ü merc (altüst) edeceği gibi Avrupa'yı hususuyla bazı akvam-ı Osmaniye'ye hamilik eden düvel-i muazzamayı aleyhimize sevk eder..."der.Yusuf Akçuraoğlu ise; Üç Tarz-ı Siyaset adındaki eserinde Osmanlıcılık fikrini gerçekçi bulmadığını "...muhtelif cins ve dine mensup olup şimdiye kadar birbirleriyle kavga ve savaştan hali kalmayan unsurların şimdiden sonra kaynaşmalarının mümkün olmadığı..." yolundaki sözleri ile ifade etti. Atatürk de Osmanlıcılık fikrinin uygulanamayacağını şu sözleri ile ortaya koymuştur: "...Osmanlı İmparatorluğu içindeki muhtelif kavimler hep milli akidelere sarılarak milliyet mefküresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlardan yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık... Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak kendi benliğimize ve milletimize bu hürmeti gösterelim. Bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin şikarıdır. (ganimetidir)".Osmanlıcılık fikrinin en önemli hedefleri Mithat Paşa ve arkadaşlarının da gayretleriyle 1876'da Kanun-ı Esasî'nin ilanıyla gerçekleşti. Fakat Osmanlıcılığın zaferi olarak görülen bu hareket uzun sürmedi. II. Abdülhamid'in Osmanlıcılık fikrinin zararlı olduğu kanaatına varması; Meşrutiyet idaresine ara vermesi ve yeniden bütün yetkileri kendisinde toplayarak İslamcılık fikrini ön plana çıkarması ve özellikle toplumun temel nüvesini oluşturan Türklerin Osmanlıcılık fikrine sıcak bakmaması bu fikrin öneminin kaybolmasına sebep olmuştur.
alıntıdır..
16 Aralık 2009 Çarşamba
DOLAŞIM SİSTEMİ
Besin ve oksijenin hücreler götürülmesi ve hücrede oluşan atıkların (karbondioksit ve zararlı madde) hücrelerden dışarı atılması dolaşım sistemi ile sağlanır.İnsanda dolaşım sistemi KAN , KALP , KAN DAMARLARI ve LENF SİSTEMİNDEN oluşur.
KALP: Göğüs boşluğunda koni şeklinde olup bir pompa görevi görür.Kanın vücuda dağılmasını sağlar.Kalp iki kulakçık ve iki karıncık olmak üzere dört odacıklıdır.Kulakçıklar üste karıncıklar alt’ta bulunur.Kulakçıklarla karıncıklar arasında kapakçıklar bulunur. Kalp üç tabakadan oluşur.İçten dışa doğru ;-Kalbin iç yüzeyi tek sıralı epitel hücrelerinden oluşur.Bu tabakada kan damarı bulunmaz (Endokard)-Orta tabakada kalp kasları , sinirler,ve kalbi besleyen koroner damarlar bulunur. Kalp kası kulakçıklarda ince , karıncıklarda özellikle sol karıncıkta daha kalındır.(Miyokard)-En dış tabakada iki katlı kalp zarı vardır.
( Perikard) Kalbin çalışması otonom sinir sisteminin kontrolü altındadır. Kalp kası kasılıp-gevşeme hareketi yapar.Kalp kasının gevşemesi ile odacıklar kan ile dolar. , kalp kasının kasılmasıyla da odacıklar içindeki kan pompalanır. Kulakçıklar aynı anda kasılırken sağda bulunan kirli kan temizlenmek üzere akciğere giderken , solda bulunan temiz kan vücuda dağılır. Gevşemiş olan karıncıklara sağ kulakçıktan ve akciğerden gelen kan dolar.Kalbin bir kasılıp –gevşeme hareketine bir kalp atışı denir.
İnsanda ATARDAMAR , TOPLARDAMAR ve KILCALDAMAR olmak üzere üç çeşit damar vardır
.ATARDAMAR:Kalpteki kanı uzaklaştırıp götüren damarlardır.Akciğer atardamarı hariç hepsi temiz kan taşır.Üç katlı yapıya sahiptir.En dışta esnek , lifli bağ doku ,ortada düz kas doku , en içte ise yassı epitel doku vardır.Atardamar içinde kan akışı hızlıdır. Kanın geri dönmesini engelleyen kapakçıklar damar içinde bulunur. Vücudumuzdaki en büyük atardamar aort atardamarıdır.
TOPLARDAMAR:Organ ve dokulardaki kanı kalbe getirir.Damar içinde kanın geri dönüşünü engelleyen ve kan akış yönünde açılan kapakçıklar vardır.Akciğer toplardamarı hariç hepsi kirli kan taşır.Kan akışı atardamara göre daha yavaştır.
KILCALDAMAR:Atar ve toplardamar arasında bulunan tek katlı yassı epitelden oluşmuş ince damarlardır. Atar ve toplardamarın giremediği doku ve organların arasına girer. Ve kan ile doku arasında madde alış-verişini sağlar.İnsanda büyük ve küçük kan dolaşımı olmak üzere iki türlü kan dolaşımı vardır.
KÜÇÜK KAN DOLAŞIMI:Kalpte bulunan kirli kanın akciğere gidip temizlendikten sonra tekrar kalbe dönmesidir. Sağ karıncıkta başlar , sol kulakçıkta biter.Sağ karıncık Akciğer atardamarı Akciğer Akciğer toplardamarı Sol kulakçık
BÜYÜK KAN DOLAŞIMI : Kalpte bulunan teniz kanın vücuda dağılıp kirlendikten sonra kalbe tekrar dönmesidir. Sol karıncıkta başlar , sağ kulakçıkta biter.Sol karıncık Aort atardamarı Vücut Alt ve üst ana toplardamar sağ kulakçık
TEMİZ KAN :Oksijen ve besin bakımından zengin olan kandır
.KİRLİ KAN : Oksijen ve besin bakımından fakir olan kandır.Damarlar içinde akan kan ;plazma ve kan hücreleri olmak üzere iki kısımdan oluşur.
PLAZMA:(Kan sıvısı) % 90’sudur.Geriye kalan kısmında glikoz, vitamin ,mineral ,yağ ,aminoasit,protein ,hormon,üre ,tuzlar ile vücudu mikroplara karşı koruyan antikor ve pıhtılaşmayı sağlayan fibrinojen bulunur.
ALYUVAR (ERİTROSİT): Kırmız kemik iliğinde , karaciğer ve dalakta üretilir. Kana kırmızı rengi veren hemoglobin taşır. Kanda en fazla bulunan çekirdeksiz hücrelerdir (1 mm kanda ortalama 3-5 milyon) Hücre ve dokulara oksijen taşır. Alyuvar sayısı ; yaşa , cinsiyete ve ortamdaki oksijen miktarına göre değişir.
AKYUVAR (LÖKOSİT): Kırmızı kemik iliğinde .lenf düğümlerinde ( dalak ve bademcik) üretilir. Belirli şekilleri olmayan , çekirdekli , beyaz kan hücreleridir. Vücudu mikroplara karşı korur. Mikropları yiyerek (fagositoz) veya mikropları öldürerek (antikorla) vücudu korur. Vücuda mikrop girmesi durumunda sayıları artar.
KAN PULCUKLARI (TROMBOSİT): Kırmızı kemik iliğinde kan üreten dev hücrelerin parçalanmasıyla oluşur. Kanın pıhtılaşmasını sağlar.
TANSİYON:Kanın atardamar çeperine yaptığı itme kuvvetine (basınca) denir.NABIZ:Kalbin kasılıp gevşemesiyle atardamara yaptığı vurmalar denir.(nabız , kalp atış sayını verir.)
KAN GRUPLARIAlyuvar , plazmadaki proteinlere göre belirlenir. Alyuvardaki protein antijen Plazmadaki protein antikor Alyuvardaki özel protein RhFenotip Alyuvardaki antijen Plazmadaki antikor Kan Alabildkleri Kan VerebildikleriA A Anti B A , O A , ABB B Anti A B ,O B , ABAB AB - A , B , AB , O ABO - Anti A ve Anti B O A , B , AB ,O Kan alış verişlerinde ;Her grup kendi grubundan kan alır.Her faktör kendi faktöründen kan alır. Kendi kan grubundan ve kendi faktöründen kan bulunmazsa aşağıdaki çizelgedeki gibi kan alış verişi yapılır. Alyuvarda Rh özel proteini taşıyanlar Rh , Alyuvarda Rh özel proteini taşımayanlar Rh dir. Rh faktörüne göre kan nakli; Rh Rh Rh Rh
LENF SİSTEMİ
: Lenf sıvısı , Lenf damarı ve Lenf düğümleri olmak üzere üç kısımdan oluşur. Lenf sıvısı: Alyuvar taşımayan doku sıvısıdır.Atardamar kılcallarından dokulara çıkan kan sıvısının tamamı toplardamar kılcalı ile geri emilmez. Emilemeyen bı sıvı lenf damarları ile alınarak kan dolaşımına katılır.Lenf sıvısında akyuvar bulunur.Lenf damarı : Lenf kılcalları ve lenf toplardamarında oluşur. Bir ucu açık diğer ucu kapalıdır.Lenf düğümü :Dalak , bademcik en büyük lenf düğümleridir. Akyuvar üreterk vücut savunmasında görev yaparlar. DOLAŞIM SİSTEMİ HASTALIKLARI:Hemofili , Anemi , Lösemi (kan kanseri ) , Hepatit B , Hepatit C , Kuduz , Tifüs , AIDS , Sıtma , Veba , Tetanoz gibi
HÜCRE ORGANELLERİ
STOPLAZMA
Hücrede birçok hayatsal olayların gerçekleştiği yerdir. Yarı kolloidal (yarı sıvı) bir yapı gösterir. içinde organeller, su, proteinler, yağlar, karbonhidratlar, tuzlar, vitaminler, hormonlar ve çeşitli iyonlar bulunur.2.
HÜCRE ORGANELLERİ
Hücrede metabolik olayları gerçekleştiren özel yapılara organel denir. 1) Endoplâzmik retikulum: Hücre zarı ile çekirdek arasında uzanan ve hücreyi ağ gibi kaplamış kanalcık sistemidir. Hayvan hücrelerine şekil verir. Hücre içinde madde taşınması ve depolanması görevini yapar.Üzerinde ribozom olanlara granüllü, ribozom olmayanlara granülsüz E.R. adı verilir. Protein sentezinin çok olduğu hücrelerde granüllü, yağ sentezinin çok olduğu hücrelerde granülsüz E.R. fazla oranda bulunur. Ayrıca golgi ve lizozom organellerini oluşturabilirler. E.R. hücre bölünmesinden önce eriyerek kaybolur, sonra yeniden oluşur.
2) Golgi Cisimciği: Granülsüz E.R.’den oluşur. Hücrelerin salgı ve paketlemesini sağlar. Salgı yapan hücrelerde bol bulunur. Örneğin; tükrük bezi ve süt bezlerinde olduğu gibi. Ribozomda sentezlenen proteinler önce E.R. ye, sonra golgiye geçerek paketlenir. Hücre zarındaki glikolipid ve glikoproteinlere son şeklini verir. Hücre çeperinin yapısına katılan selülozu üretir. Lizozom organellerini oluşturur.
3) Lizozom: Tek katlı zarla çevrilidir. içinde sindirim enzimleri bulunur. Endositozla alınan veya hücre içinde bulunan kompleks molekülleri sindirir.Hücrede yaşlanmış organelleri ve zararlı maddeleri yok eder. Akyuvarlarda alınan mikropları parçalar.Herhangi bir sebepten dolayı, lizozomun zarı yırtılırsa, hücrenin kendi kendini sindirmesine neden olur, buna otoliz denir. Dokulardaki yaşlı hücrelerin ortadan kalkması, çürümenin hızlanması, kurbağa embriyosunun kuyruğunun kopması, insan embriyosunun parmak arası perdelerin yırtılması otolizle gerçekleşir. Bitki hücrelerinde bulunan lizozomlara fitolizozom denir.4) Ribozom: Protein sentezinin gerçekleştiği yerdir. Çekirdekçikte üretilir. Protein sentezlediği için, bütün canlı hücrelerde bulunur. Yapısında % 60 RNA ve % 40 protein bulunur. iki alt birimden oluşmuştur. Protein, enzim ve hormon sentezi olan hücrelerde çok bulunur. Protein sentezi hızlı olan hücrelerde yan yana dizilerek polizomları oluştururlar.Bulunduğu yerler; Çekirdek dış zarı, Granüllü E.R. üzerinde, Mitokondri ve Kloroplast sıvısında ve Sitoplâzmada serbest halde.5) Sentrozom: Hayvan hücrelerinde bulunur. Birbirine dik iki sentriolden oluşur. Hücre bölüneceği zaman kendini eşler. Zarsız olup etrafında yoğunlaşmış bir sıvı vardır. Her bir sentriol 3’er tüpten meydana gelen 9 protein lifinden oluşmuştur.İnsanın çizgili kas hücrelerinde, nöron gövdesinde, olgun yumurta hücresinde bulunmaz.Hayvan hücrelerinde kromozom takımlarının kutuplara çekilmesini sağlayan iğ ipliklerini oluşturur. Ayrıca sentrozom, sil ve kamçı oluşumunda görev alır.
6) Koful: Tek hücrelilerde boşaltım organelidir. Çok hücrelilerde ise artık maddelerin, besinlerin veya fazla suyun depo edildiği yerdir. E.R.’den, golgiden, hücre zarı ve çekirdek zarından oluşabilir. Kofullar bitkilerde artık maddelerin depolanmasını ve turgor basıncının ayarlanmasında görev alır.Tatlı suda yaşayan tek hücrelilerde bulunan kontraktil kofullar fazla suyu dışarı atar. Bu olayda enerji harcanır. Kofular görevlerine göre isimlendirilir; besin kofulu, sindirim kofulu, boşaltım kofulu ve depo koful.Kofullar genç bitki hücrelerinde küçük, yaşlı hücrelerde ise büyük ve azdır. Hatta bazen hücrenin içini tamamen doldurabilir. Hayvan hücrelerinde ise kofullar az ve küçüktür.
7) Mitokondri: Hücrede enerji (ATP) üretimini sağlayan merkezdir. Sayısı hücrenin enerji ihtiyacına göre değişir. Çizgili kas, sinir, kalp ve karaciğer hücrelerinde mitokondri fazladır. Dış zarı düzgün, iç zarı ise kıvrımlıdır. Yani, iç zarı matrix içine doğru uzamıştır, böylece yüzey arttırılmıştır. Bu uzantılara krista denir. Mitokondri içindeki sıvıya matrix denir.Kendine ait DNA, RNA ve ribozomu vardır. Gerektiğinde çoğalabilir. iç zar üzerinde ETS taşır. Gerektiği zaman bölünebilir, büyüyebilir ve kendisi için gerekli bazı proteinleri sentezleyebilir. O2’li solunum, hücre sitoplâzmasında başlayıp mitokondride devam etmekte ve açığa çıkan enerji ATP şeklinde depolanmaktadır. NOT: Bakterilerde mesozom mitokondrinin görevini üstlenmiştir.
8) Plastitler: Bitki hücrelerinde bulunan yapılardır. İçerisinde renk veren pigmentler bulunur. Üç çeşittir. Işık, kimyasal madde, sıcaklık ve pH etkisi ile birbirine dönüşebilirler.Örneğin, Domates önce renksiz, sonra yeşil ve en son olarak kırmızı renge dönüşür. (Lökoplast Kloroplast Kromoplast)
a. Kloroplast: Fotosentez olayının gerçekleştiği organeldir. En fazla, yaprağın mezofil tabakasında bulunur. Kendine ait DNA, RNA ve ribozomları vardır. Gerektiğinde hücre içinde çoğalabilirler. Çift zarlıdır. içindeki lamelli yapılara grana denir. Burada fotosentezin ışıklı devre reaksiyonları gerçekleşir. Granaların arasını dolduran sıvıya da stroma denir. Karanlık devre reaksiyonları da burada gerçekleşir. Granaların lamelleri arasında ışığı soğuran ve yeşil rengi veren klorofil pigmenti bulunur. Klorofil ışık enerjisini emerek kimyasal enerjiye dönüştürür.Fotosentezde görev alan ETS elemanları kloroplastın granasında bulunur.Fotosentetik bakterilerde kloroplast olmadığı için, klorofil pigmenti sitoplâzma içinde tanecikler halinde bulunur.
b. Kromoplast: Bitkilerde turuncu (karoten) , sarı (ksantofil), kırmızı (likopin) renkleri oluşturan pigmentleri taşır. Bitkilerdeki diğer birçok renk de koful özsuyunun asitlik ve bazlık (pH) durumuna göre renk değiştirebilen antokyan maddeleri tarafından oluşturulur. Meyve ve çiçeklere renk verirler. Işık enerjisini absorbe edebilirler. Fakat bu enerjiyi kloroplastlara aktarırlar
.c. Lökoplast: Renksizdir. Bitkinin ışık almayan bölgelerinde bulunur. Işık etkisi ile kloroplasta dönüşür. Genelde kök, gövde, meyve ve tohumlarda yoğun olarak bulunur. Nişasta, yağ ve protein depolar.
Hücrede birçok hayatsal olayların gerçekleştiği yerdir. Yarı kolloidal (yarı sıvı) bir yapı gösterir. içinde organeller, su, proteinler, yağlar, karbonhidratlar, tuzlar, vitaminler, hormonlar ve çeşitli iyonlar bulunur.2.
HÜCRE ORGANELLERİ
Hücrede metabolik olayları gerçekleştiren özel yapılara organel denir. 1) Endoplâzmik retikulum: Hücre zarı ile çekirdek arasında uzanan ve hücreyi ağ gibi kaplamış kanalcık sistemidir. Hayvan hücrelerine şekil verir. Hücre içinde madde taşınması ve depolanması görevini yapar.Üzerinde ribozom olanlara granüllü, ribozom olmayanlara granülsüz E.R. adı verilir. Protein sentezinin çok olduğu hücrelerde granüllü, yağ sentezinin çok olduğu hücrelerde granülsüz E.R. fazla oranda bulunur. Ayrıca golgi ve lizozom organellerini oluşturabilirler. E.R. hücre bölünmesinden önce eriyerek kaybolur, sonra yeniden oluşur.
2) Golgi Cisimciği: Granülsüz E.R.’den oluşur. Hücrelerin salgı ve paketlemesini sağlar. Salgı yapan hücrelerde bol bulunur. Örneğin; tükrük bezi ve süt bezlerinde olduğu gibi. Ribozomda sentezlenen proteinler önce E.R. ye, sonra golgiye geçerek paketlenir. Hücre zarındaki glikolipid ve glikoproteinlere son şeklini verir. Hücre çeperinin yapısına katılan selülozu üretir. Lizozom organellerini oluşturur.
3) Lizozom: Tek katlı zarla çevrilidir. içinde sindirim enzimleri bulunur. Endositozla alınan veya hücre içinde bulunan kompleks molekülleri sindirir.Hücrede yaşlanmış organelleri ve zararlı maddeleri yok eder. Akyuvarlarda alınan mikropları parçalar.Herhangi bir sebepten dolayı, lizozomun zarı yırtılırsa, hücrenin kendi kendini sindirmesine neden olur, buna otoliz denir. Dokulardaki yaşlı hücrelerin ortadan kalkması, çürümenin hızlanması, kurbağa embriyosunun kuyruğunun kopması, insan embriyosunun parmak arası perdelerin yırtılması otolizle gerçekleşir. Bitki hücrelerinde bulunan lizozomlara fitolizozom denir.4) Ribozom: Protein sentezinin gerçekleştiği yerdir. Çekirdekçikte üretilir. Protein sentezlediği için, bütün canlı hücrelerde bulunur. Yapısında % 60 RNA ve % 40 protein bulunur. iki alt birimden oluşmuştur. Protein, enzim ve hormon sentezi olan hücrelerde çok bulunur. Protein sentezi hızlı olan hücrelerde yan yana dizilerek polizomları oluştururlar.Bulunduğu yerler; Çekirdek dış zarı, Granüllü E.R. üzerinde, Mitokondri ve Kloroplast sıvısında ve Sitoplâzmada serbest halde.5) Sentrozom: Hayvan hücrelerinde bulunur. Birbirine dik iki sentriolden oluşur. Hücre bölüneceği zaman kendini eşler. Zarsız olup etrafında yoğunlaşmış bir sıvı vardır. Her bir sentriol 3’er tüpten meydana gelen 9 protein lifinden oluşmuştur.İnsanın çizgili kas hücrelerinde, nöron gövdesinde, olgun yumurta hücresinde bulunmaz.Hayvan hücrelerinde kromozom takımlarının kutuplara çekilmesini sağlayan iğ ipliklerini oluşturur. Ayrıca sentrozom, sil ve kamçı oluşumunda görev alır.
6) Koful: Tek hücrelilerde boşaltım organelidir. Çok hücrelilerde ise artık maddelerin, besinlerin veya fazla suyun depo edildiği yerdir. E.R.’den, golgiden, hücre zarı ve çekirdek zarından oluşabilir. Kofullar bitkilerde artık maddelerin depolanmasını ve turgor basıncının ayarlanmasında görev alır.Tatlı suda yaşayan tek hücrelilerde bulunan kontraktil kofullar fazla suyu dışarı atar. Bu olayda enerji harcanır. Kofular görevlerine göre isimlendirilir; besin kofulu, sindirim kofulu, boşaltım kofulu ve depo koful.Kofullar genç bitki hücrelerinde küçük, yaşlı hücrelerde ise büyük ve azdır. Hatta bazen hücrenin içini tamamen doldurabilir. Hayvan hücrelerinde ise kofullar az ve küçüktür.
7) Mitokondri: Hücrede enerji (ATP) üretimini sağlayan merkezdir. Sayısı hücrenin enerji ihtiyacına göre değişir. Çizgili kas, sinir, kalp ve karaciğer hücrelerinde mitokondri fazladır. Dış zarı düzgün, iç zarı ise kıvrımlıdır. Yani, iç zarı matrix içine doğru uzamıştır, böylece yüzey arttırılmıştır. Bu uzantılara krista denir. Mitokondri içindeki sıvıya matrix denir.Kendine ait DNA, RNA ve ribozomu vardır. Gerektiğinde çoğalabilir. iç zar üzerinde ETS taşır. Gerektiği zaman bölünebilir, büyüyebilir ve kendisi için gerekli bazı proteinleri sentezleyebilir. O2’li solunum, hücre sitoplâzmasında başlayıp mitokondride devam etmekte ve açığa çıkan enerji ATP şeklinde depolanmaktadır. NOT: Bakterilerde mesozom mitokondrinin görevini üstlenmiştir.
8) Plastitler: Bitki hücrelerinde bulunan yapılardır. İçerisinde renk veren pigmentler bulunur. Üç çeşittir. Işık, kimyasal madde, sıcaklık ve pH etkisi ile birbirine dönüşebilirler.Örneğin, Domates önce renksiz, sonra yeşil ve en son olarak kırmızı renge dönüşür. (Lökoplast Kloroplast Kromoplast)
a. Kloroplast: Fotosentez olayının gerçekleştiği organeldir. En fazla, yaprağın mezofil tabakasında bulunur. Kendine ait DNA, RNA ve ribozomları vardır. Gerektiğinde hücre içinde çoğalabilirler. Çift zarlıdır. içindeki lamelli yapılara grana denir. Burada fotosentezin ışıklı devre reaksiyonları gerçekleşir. Granaların arasını dolduran sıvıya da stroma denir. Karanlık devre reaksiyonları da burada gerçekleşir. Granaların lamelleri arasında ışığı soğuran ve yeşil rengi veren klorofil pigmenti bulunur. Klorofil ışık enerjisini emerek kimyasal enerjiye dönüştürür.Fotosentezde görev alan ETS elemanları kloroplastın granasında bulunur.Fotosentetik bakterilerde kloroplast olmadığı için, klorofil pigmenti sitoplâzma içinde tanecikler halinde bulunur.
b. Kromoplast: Bitkilerde turuncu (karoten) , sarı (ksantofil), kırmızı (likopin) renkleri oluşturan pigmentleri taşır. Bitkilerdeki diğer birçok renk de koful özsuyunun asitlik ve bazlık (pH) durumuna göre renk değiştirebilen antokyan maddeleri tarafından oluşturulur. Meyve ve çiçeklere renk verirler. Işık enerjisini absorbe edebilirler. Fakat bu enerjiyi kloroplastlara aktarırlar
.c. Lökoplast: Renksizdir. Bitkinin ışık almayan bölgelerinde bulunur. Işık etkisi ile kloroplasta dönüşür. Genelde kök, gövde, meyve ve tohumlarda yoğun olarak bulunur. Nişasta, yağ ve protein depolar.
SES BİLGİSİ
ÜNLÜ DARALMASI
Sözcüklerin sonlarında bulunan geniş ünlüler (a, e) özellikle “-yor” ekinin darlaştırıcı özelliğinden dolayı daralarak, ı, i, u, ü dar ünlülerine dönüşür. Buna ünlü daralması denir.
bekl-e-yor > bekl-i-yorkalm-a-yor > kalm-ı-yorözl-e-yor > özl-ü-yorsoll-a-yor > soll-u-yor
örneklerinde bu daralma görülmektedir. “-yor” ekin den başka bir ekin ya da sesin darlaştırma özelliği yoktur. Ancak tek heceli olan “de- , ye-” fiilleri, kendinden sonra gelen “y” sesinden dolayı darlaşabilir.
de - yor > di - yorde - yerek > di - yerekde - yen > di - yen
Ancak bazen darlaşma olmayabilir.
de - y - ince > de - y - ince
KAYNAŞTIRMA HARFLERİ
Türkçe kurallara göre bir sözcükte iki ünlü yan yana gelmez. Araya kaynaştırma harfi girer. Türkçe’de dört tane kaynaştırma harfi vardır: ş, s, n, y. Bunların her birinin özel kullanım yerleri vardır.
ş kaynaştırma harfi:
* Üleştirme sayı sıfatlarında kullanılır.
Örnek: İki-ş-er, altı-ş-ar, yedi-ş-er
s kaynaştırma harfi:
* Üçüncü tekil şahıs iyelik ekinden önce kullanılır. Daha çok isim tamlamalarında tamlanan görevindeki sözcükte görülür.
Örnek: Çocuğun oda-s-ı, Balığın koku-s-u
Not: Ancak “su” ve “ne” kelimeleri bu kurala uymaz.
Örnek: Yemeğin su-y-u yok. , Çocuğun ne-y-i kaybolmuş. örneklerinde olduğu gibi…
y kaynaştırma harfi: Yukarıdaki kuralların dışında olan her yerde “y” kaynaştırma harfi kullanılır.Örnek: Oda-y-a girdim. , Üşü-y-erek uyandım. , Ağla-y-anı tanıyorum
ULAMA
Sessizle biten sözcükten sonra sesliyle başlayan bir sözcük gelirse, iki sözcük birbirine bağlanarak okunur. Buna ulama denir
.Örnek: Bakkaldan ekmek aldım. cümlesinde iki yerde ulama yapılmıştır. Sözcükler arasında herhangi bir noktalama işareti varsa ulama yapılmaz.
SES DÜŞMESİ
Sözcüğün aslında bulunduğu halde, ek geldiğinde bazı sesler düşebilir. Bu düşme hem ünlülerde hem ünsüzlerde görülür.
Ünlü Düşmesi
Sözcüğün aslında bulunan bir ünlünün düşmesidir.
Örnek: “Yapraklar daha şimdiden sarardı.” cümlesinde sözcüğün aslı “sarı”dır; “-ar-” eki geldiğinde sözcüğün sonundaki “ı” düşmüştür
Ünsüz Düşmesi
Sözcüğün aslında bulunan ünsüzün, ek geldiğinde düşmesidir.
küçük - cük > küçücükbüyük - cek > büyücek örneklerinde sözcüklerin sonlarında bulunan “k” ünsüzlerinin düştüğü görülüyor.
SES TÜREMESİ
Sözcüğün aslında olmadığı halde, ek geldiğinde ortaya çıkan seslerdir.
genç - cik > gencecikbir - cik > biricikaz - cık > azıcık
BÜYÜK ÜNLÜ UYUMU
Türkçe’de sekiz ünlü vardır. Bunlardan a, ı, o, u kalın, e, i, ö, ü incedir. Bir sözcükte kalın ünlülerden sonra kalın, ince ünlülerden sonra ince ünlülerin gelmesi kuralına büyük ünlü uyumu denir.
Örneğin; “öğretmen” sözcüğü, bütün ünlüleri ince olduğu için kurala uyar, “asker” sözcüğü “a” kalın “e” ince ünlü olduğundan kurala uymaz. Üniversite sınavlarında bununla ilgili bir soru bugüne dek sorulmamıştır.
KÜÇÜK ÜNLÜ UYUMU
Bir sözcükte düz ünlüden sonra düz, yuvarlak ünlüden sonra düz - geniş veya dar - yuvarlak ünlülerin gelmesi kuralıdır. Özetle bu kurala göre;
a, ı, e, i ünlüleri birbirinden sonra gelebilir.
o, ö, u, ü ünlülerinden sonra ise u, ü, a, e gelebilir.
Bundan da soru çıkmadığından üzerinde fazla durmuyoruz.
ÜNSÜZ BENZEŞMESİ
Dilimizde ünsüzler sert ve yumuşak olmak üzere iki gruba ayrılır. Sert ünlüler “ç, f, t, h, s, k, p, ş” ünsüzleridir. Bunun dışında kalanlar ise yumuşak ünsüzlerdir.
ÜNSÜZ YUMUŞAMASI
İki ünlü arasında kalan sert ünsüzler yumuşar. Buna “ünsüz değişimi” denir. Elbette bu özellik, ancak yukarıda da söylediğimiz sert ve yumuşak şekli bulunan seslerde geçerlidir. Bunlar p, ç, t, k sert sessizleridir. Örneğin; “ağaç” sözcüğüne -i hal ekini getirsek, sözcüğün sonundaki “ç” sert sessizi yumuşayarak “c” olur; yani “ağacı” şeklinde yazılır.
Örnek: dolap - a > dolaba, çekiç - e > çekice, kanat - ı > kanadı, yemek - e > yemeğe
14 Aralık 2009 Pazartesi
HİNT UYGARLIĞI
Hindistan, Çin’den sonra dünyanın en kalabalık ülkesidir. Dünya üzerindeki en eski uygarlıklardan birine sahip olan Hindistan’ın ilk dönem tarihine ait bilgiler arkeolojik verilere dayanır. Yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda, İndus Vadisi’nin batısında M.Ö. 3500′lerde yaşamış yarı göçebe topluluklar ortaya çıkmıştır. Daha sonra toprak ekiminin gelişmesiyle M.Ö. 2500′lü yıllarda yerleşik köy yaşamına geçilmiştir.
M.Ö. 2300′lerde İndus Vadisi çevresinde gelişmiş kentlerin ortaya çıktığı bir uygarlık yükselmiştir. Bu dönemde düzenli bir plâna göre kurulan kentlerde, evlerin yanı sıra, tapınak, hamam, dükkân ve atölye gibi yapılar bulunuyordu. İndus Irmağı’nın çevresindeki verimli ovalarda buğday, arpa, pirinç, hurma, susam, kavun ve pamuk yetiştiriliyordu. Ayrıca, komşu uygarlıklarla ticaret de yapılıyordu. İndus bölgesinin uygarlık merkezi olma özelliğini kaybetmesinin ardından, Ganj Vadisi’ne yönelik göçlerle yeni bir uygarlığın temelleri atıldı. Burada kabile sisteminin yerleşmesiyle birlikte, toprak sahibi kralların, rahiplerin ve aristokrat sınıfının önemi arttı. Bu dönemde kast sistemi biçimlenmeye başladı. Kast sisteminde toplumsal sınıfları; brahmanlar (din adamları), kşatriyalar (asker ve asiller), vaysiyalar (sanatçı, tüccar ve köylüler), südralar (işçiler) ve paryalar (köleler) oluşturmaktaydı.
M.Ö. 6. yüzyılda büyük din reformcusu Buda, yeni bir inanç sistemi geliştirdi. Ona göre ruhun ölümsüzlüğünü sağlamak için, karşılık beklemeden iyilik yapmak, temiz yürekli olmak ve maddî tutkulardan uzak durmak gerekiyordu. Buda’nın yeni öğretisi tüm Hindistan’da hızla yayıldı. Budacılık misyonerler aracılığıyla Çin, Tibet ve Tayland gibi ülkelere de yayıldı.
Eski Hint uygarlığı, M.S. 4. yüzyıldan 5. yüzyıla kadar egemen olan Gupta krallarının küçük krallıkları ortadan kaldırmasıyla geniş bir alana ulaştı. Guptalar, 6. yüzyılda Orta Asya’dan gelen Hunların saldırısına uğradı. Bu saldırı sonucunda Guptalar zayıfladılar. Bu kargaşa ortamında Racput adı verilen “kralların oğulları”, yönetimi ele geçirdi. Racputlar kendi aralarında iyi anlaşamadıklarından, sürekli birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Racputların kendi aralarındaki mücadelelerinden dolayı Kuzey Hindistan, dışarıdan gelen saldırılara karşı savunmasız kalıyordu. Bu durumdan yararlanan Gazneliler 10. yüzyılın ikinci yarısında Hindistan’a girdiler. Gazneli Sultan Mahmut, Hindistan’a düzenlediği seferler sonucunda burada büyük bir devlet kurdu. Bu seferler sonucunda İslâmiyet Hindistan’da hızla yayıldı. Gaznelilerden sonra Gurlular Hindistan’a uzun süre egemen oldular.
1526 yılında Babür Şah’ın Kandehar’dan Bengal’e kadar olan sınırları ele geçirmesiyle Hindistan’da Moğol kökenli Babür egemenliği başlamış oldu. Babür Devleti’nin en ünlü hükümdarı olan Ekber zamanında devletin sınırları genişledi. Ayrıca, Müslüman ve Hindu halklarını birbirine kaynaştırmaya çalıştı. Ekber’in torunu olan Şah Cihan’ın Agra kentinde yaptırdığı Tac Mahal dünya kültürel mirasının en önemli eserleri arasındadır. Babür Devleti’nin sonlarına doğru Müslümanlar ile Hindular arasında anlaşmazlıklar çıktı. Bu anlaşmazlıklar sonucunda zayıflayan Babür Devleti yıkıldı.
On beşinci yüzyılın sonlarına doğru Avrupalı tüccarlar, Afrika’nın güneyinden dolaşarak Hindistan’a vardılar. İlk gelenler Portekizliler ve Hollândalılar oldu. 17. yüzyılın başlarında Hindistan pazarını kapmak için asıl mücadele edenler, Fransızlar ve İngilizler arasında oldu. Fransızlar 1954′e kadar Hindistan’da bazı limanları ellerinde tuttular. Portekizliler ise işgal ettikleri yerlerden 1961′de çıktılar.
Hindistan, İngiltere’nin en önemli ve en çok gelir getiren sömürgesiydi. Hindistan’ı, İngiliz hükûmetince beş yıllığına atanan bir genel vali yönetiyordu. Hindistan halkı ağır vergiler altında eziliyordu. Batı üniversitelerinde okuyan Hintli gençler, sömürü altındaki ülkelerine özgürlük ve demokrasi düşüncelerini getirdiler. Bu aydın sınıf 1885 yılında bağımsızlık hareketini başlattı. Bundan sonraki 50 yıl bağımsızlık mücadelesiyle geçti. Birinci Dünya Savaşı’nda Hindistan birlikleri İngiltere’ye bağlı olarak çarpıştı. Bu savaşta İngilizler, Hindistan’ın bütün olanaklarını kullandılar.
Bu sırada bağımsızlık hareketinin önderi olarak Gandhi ortaya çıktı. O, pasif direniş kampanyasıyla ülkenin bağımsızlığını kazanabileceğini söylüyordu. Kampanyayla milyonlarca insan harekete geçti. İngilizler gerekli önlemleri almıştı; fakat bağımsızlığa inanan Hindistan halkı Gandhi’nin pasif direniş kampanyası sonucunda 26 Ocak 1930 yılında bağımsızlığını ilân etti.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Hindistan’da iki devlet ortaya çıktı. Biri Hindistan adını korurken diğeri Pakistan adını aldı. Sınırlar nüfusun dinî yapısına göre belirlendi. Hindistan, Hindu çoğunluğun; Pakistan ise Müslüman çoğunluğun yaşadığı yerleri içine alıyordu. Ancak sınırların her iki yakasında da bir göçmen trafiği yaşanmaya başlandı. Pakistan sınırları içinde bulunan Sihler ve Hindular Hindistan’a; Hindistan’daki Müslümanlar ise Pakistan’a geçmeye çalışıyorlardı. Bu geçişler sırasında 200 bin insan yaşamını yitirdi.
Hindistan’da bilimsel çalışmaların kökeni M.Ö. 5 binlere kadar uzanır. Hintlilere göre gök sistemi, dünya merkezli bir sistemdir. Onların astronomi çalışmaları gezegenlerin hareketleri hakkında bilgiler içerir. Ayrıca, Dünya - Güneş uzaklığı hakkında tahminler yapmışlardır.
Hindistan’da 10 tabanlı bir matematik sistemi kullanılmaktaydı. Sıfırı da ilk defa Hintli matematikçilerin kullandığı bilinmektedir.
Hint felsefesine göre, canlı, evrenin küçük bir modelidir. Canlı da doğadaki diğer cisimler gibi toprak, su, hava ve ateşten meydana gelmiştir.
Bu uygarlığın bilim ürünleri önce İslâm dünyasında Arapçaya, sonra buradan aldığı katkılarla birlikte Lâtinceye çevrilmiştir. Bu yüzden Hint uygarlığındaki çalışmalar, diğer toplumların bilimsel faaliyetlerini etkilemiştir.
M.Ö. 2300′lerde İndus Vadisi çevresinde gelişmiş kentlerin ortaya çıktığı bir uygarlık yükselmiştir. Bu dönemde düzenli bir plâna göre kurulan kentlerde, evlerin yanı sıra, tapınak, hamam, dükkân ve atölye gibi yapılar bulunuyordu. İndus Irmağı’nın çevresindeki verimli ovalarda buğday, arpa, pirinç, hurma, susam, kavun ve pamuk yetiştiriliyordu. Ayrıca, komşu uygarlıklarla ticaret de yapılıyordu. İndus bölgesinin uygarlık merkezi olma özelliğini kaybetmesinin ardından, Ganj Vadisi’ne yönelik göçlerle yeni bir uygarlığın temelleri atıldı. Burada kabile sisteminin yerleşmesiyle birlikte, toprak sahibi kralların, rahiplerin ve aristokrat sınıfının önemi arttı. Bu dönemde kast sistemi biçimlenmeye başladı. Kast sisteminde toplumsal sınıfları; brahmanlar (din adamları), kşatriyalar (asker ve asiller), vaysiyalar (sanatçı, tüccar ve köylüler), südralar (işçiler) ve paryalar (köleler) oluşturmaktaydı.
M.Ö. 6. yüzyılda büyük din reformcusu Buda, yeni bir inanç sistemi geliştirdi. Ona göre ruhun ölümsüzlüğünü sağlamak için, karşılık beklemeden iyilik yapmak, temiz yürekli olmak ve maddî tutkulardan uzak durmak gerekiyordu. Buda’nın yeni öğretisi tüm Hindistan’da hızla yayıldı. Budacılık misyonerler aracılığıyla Çin, Tibet ve Tayland gibi ülkelere de yayıldı.
Eski Hint uygarlığı, M.S. 4. yüzyıldan 5. yüzyıla kadar egemen olan Gupta krallarının küçük krallıkları ortadan kaldırmasıyla geniş bir alana ulaştı. Guptalar, 6. yüzyılda Orta Asya’dan gelen Hunların saldırısına uğradı. Bu saldırı sonucunda Guptalar zayıfladılar. Bu kargaşa ortamında Racput adı verilen “kralların oğulları”, yönetimi ele geçirdi. Racputlar kendi aralarında iyi anlaşamadıklarından, sürekli birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Racputların kendi aralarındaki mücadelelerinden dolayı Kuzey Hindistan, dışarıdan gelen saldırılara karşı savunmasız kalıyordu. Bu durumdan yararlanan Gazneliler 10. yüzyılın ikinci yarısında Hindistan’a girdiler. Gazneli Sultan Mahmut, Hindistan’a düzenlediği seferler sonucunda burada büyük bir devlet kurdu. Bu seferler sonucunda İslâmiyet Hindistan’da hızla yayıldı. Gaznelilerden sonra Gurlular Hindistan’a uzun süre egemen oldular.
1526 yılında Babür Şah’ın Kandehar’dan Bengal’e kadar olan sınırları ele geçirmesiyle Hindistan’da Moğol kökenli Babür egemenliği başlamış oldu. Babür Devleti’nin en ünlü hükümdarı olan Ekber zamanında devletin sınırları genişledi. Ayrıca, Müslüman ve Hindu halklarını birbirine kaynaştırmaya çalıştı. Ekber’in torunu olan Şah Cihan’ın Agra kentinde yaptırdığı Tac Mahal dünya kültürel mirasının en önemli eserleri arasındadır. Babür Devleti’nin sonlarına doğru Müslümanlar ile Hindular arasında anlaşmazlıklar çıktı. Bu anlaşmazlıklar sonucunda zayıflayan Babür Devleti yıkıldı.
On beşinci yüzyılın sonlarına doğru Avrupalı tüccarlar, Afrika’nın güneyinden dolaşarak Hindistan’a vardılar. İlk gelenler Portekizliler ve Hollândalılar oldu. 17. yüzyılın başlarında Hindistan pazarını kapmak için asıl mücadele edenler, Fransızlar ve İngilizler arasında oldu. Fransızlar 1954′e kadar Hindistan’da bazı limanları ellerinde tuttular. Portekizliler ise işgal ettikleri yerlerden 1961′de çıktılar.
Hindistan, İngiltere’nin en önemli ve en çok gelir getiren sömürgesiydi. Hindistan’ı, İngiliz hükûmetince beş yıllığına atanan bir genel vali yönetiyordu. Hindistan halkı ağır vergiler altında eziliyordu. Batı üniversitelerinde okuyan Hintli gençler, sömürü altındaki ülkelerine özgürlük ve demokrasi düşüncelerini getirdiler. Bu aydın sınıf 1885 yılında bağımsızlık hareketini başlattı. Bundan sonraki 50 yıl bağımsızlık mücadelesiyle geçti. Birinci Dünya Savaşı’nda Hindistan birlikleri İngiltere’ye bağlı olarak çarpıştı. Bu savaşta İngilizler, Hindistan’ın bütün olanaklarını kullandılar.
Bu sırada bağımsızlık hareketinin önderi olarak Gandhi ortaya çıktı. O, pasif direniş kampanyasıyla ülkenin bağımsızlığını kazanabileceğini söylüyordu. Kampanyayla milyonlarca insan harekete geçti. İngilizler gerekli önlemleri almıştı; fakat bağımsızlığa inanan Hindistan halkı Gandhi’nin pasif direniş kampanyası sonucunda 26 Ocak 1930 yılında bağımsızlığını ilân etti.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Hindistan’da iki devlet ortaya çıktı. Biri Hindistan adını korurken diğeri Pakistan adını aldı. Sınırlar nüfusun dinî yapısına göre belirlendi. Hindistan, Hindu çoğunluğun; Pakistan ise Müslüman çoğunluğun yaşadığı yerleri içine alıyordu. Ancak sınırların her iki yakasında da bir göçmen trafiği yaşanmaya başlandı. Pakistan sınırları içinde bulunan Sihler ve Hindular Hindistan’a; Hindistan’daki Müslümanlar ise Pakistan’a geçmeye çalışıyorlardı. Bu geçişler sırasında 200 bin insan yaşamını yitirdi.
Hindistan’da bilimsel çalışmaların kökeni M.Ö. 5 binlere kadar uzanır. Hintlilere göre gök sistemi, dünya merkezli bir sistemdir. Onların astronomi çalışmaları gezegenlerin hareketleri hakkında bilgiler içerir. Ayrıca, Dünya - Güneş uzaklığı hakkında tahminler yapmışlardır.
Hindistan’da 10 tabanlı bir matematik sistemi kullanılmaktaydı. Sıfırı da ilk defa Hintli matematikçilerin kullandığı bilinmektedir.
Hint felsefesine göre, canlı, evrenin küçük bir modelidir. Canlı da doğadaki diğer cisimler gibi toprak, su, hava ve ateşten meydana gelmiştir.
Bu uygarlığın bilim ürünleri önce İslâm dünyasında Arapçaya, sonra buradan aldığı katkılarla birlikte Lâtinceye çevrilmiştir. Bu yüzden Hint uygarlığındaki çalışmalar, diğer toplumların bilimsel faaliyetlerini etkilemiştir.
MISIR UYGARLIĞI
Mısır Uygarlığı, Nil Nehri ve deltasında kurulmuştur. Mısır’ın etrafının çöllerle kaplı olması diğer uygarlıklarla daha az etkileşimde bulunmasına sebep olmuştur.
İlkçağ Mısır tarihi M.Ö 3000′lerde başlar, Persler’in M.Ö. 525 de Mısır’ı işgal etmeleri ile son bulur. Bu dönem; Eski Krallık, Orta Krallık ve Hiksoslar, Yeni Krallık, Gerileme, Sais Krallığı devirlerine ayrılır.
- Mısır Uygarlığı ilk çağda en gelişmiş uygarlıklardan biriydi.
- Mısır ülkesi Nom (Nomos) denilen illere ayrılmıştı. Her ilin başında merkezden gönderilen valileler bulunurdu.
- Eski Mısır’ı Firavun denilen krallar yönetirdi. Firavunlara “katip” denilen devlet adamları yardım ederlerdi.
- Firavunların idaresinde arabalı ve yaya olmak üzere sınıflandırılan güçlü ve disiplinli ordular bulunmaktaydı.
- Mısırlılar ölümden sonra hayatın devam edeceğine inandıkları için mumyacılığa önem verdiler. Bu durum Mısırlıların tıpta ilerlemelerini sağladı. Mısırlıların inançları “Çok Tanrılı” idi. En önemli tanrıları “Amon – Ra” idi. Nil ve Oziris’te önemli tanrılarındandı.
- Pi sayısını bularak Geometriye önemli katkıda bulunmuşlardır.
- İlk tapu ve kadastro uygulaması Mısır’da görüldü.
- 365 günlük ilk takvimi (güneş yılı takvimi) Mısırlılar geliştirip kullanmışlardır. Bu takvimi daha sonra diğer uygarlıklar geliştirip günümüz Miladi Takvimi’ni bulmuşlardır.
- Mısırlılar kendilerine özgü “Hiyeroglif”i (resim yazısını) geliştirdiler. Bu yazıyı daha çok palmiye liflerinden yapılan papirüs ve taş anıtlara yazarlardı.
- Mısır’da hukuk gelişmemiştir. Bunun önemli nedeni Firavun’un ilah olarak görülmesidir.
- Firavunlar için yapılan piramit denilen mezarlar ile tapınaklar en önemli sanat eserlerini oluşturur. Keops piramidi, Mikerinos piramidi ve Karnak Tapınağı ile Luksor Tapınağı ünlü eserleridir.
- Mısır önce Pers istilasına uğradı, ardından M.Ö Makedonyalı Büyük İskender tarafından işgal edildi.
İlkçağ Mısır tarihi M.Ö 3000′lerde başlar, Persler’in M.Ö. 525 de Mısır’ı işgal etmeleri ile son bulur. Bu dönem; Eski Krallık, Orta Krallık ve Hiksoslar, Yeni Krallık, Gerileme, Sais Krallığı devirlerine ayrılır.
- Mısır Uygarlığı ilk çağda en gelişmiş uygarlıklardan biriydi.
- Mısır ülkesi Nom (Nomos) denilen illere ayrılmıştı. Her ilin başında merkezden gönderilen valileler bulunurdu.
- Eski Mısır’ı Firavun denilen krallar yönetirdi. Firavunlara “katip” denilen devlet adamları yardım ederlerdi.
- Firavunların idaresinde arabalı ve yaya olmak üzere sınıflandırılan güçlü ve disiplinli ordular bulunmaktaydı.
- Mısırlılar ölümden sonra hayatın devam edeceğine inandıkları için mumyacılığa önem verdiler. Bu durum Mısırlıların tıpta ilerlemelerini sağladı. Mısırlıların inançları “Çok Tanrılı” idi. En önemli tanrıları “Amon – Ra” idi. Nil ve Oziris’te önemli tanrılarındandı.
- Pi sayısını bularak Geometriye önemli katkıda bulunmuşlardır.
- İlk tapu ve kadastro uygulaması Mısır’da görüldü.
- 365 günlük ilk takvimi (güneş yılı takvimi) Mısırlılar geliştirip kullanmışlardır. Bu takvimi daha sonra diğer uygarlıklar geliştirip günümüz Miladi Takvimi’ni bulmuşlardır.
- Mısırlılar kendilerine özgü “Hiyeroglif”i (resim yazısını) geliştirdiler. Bu yazıyı daha çok palmiye liflerinden yapılan papirüs ve taş anıtlara yazarlardı.
- Mısır’da hukuk gelişmemiştir. Bunun önemli nedeni Firavun’un ilah olarak görülmesidir.
- Firavunlar için yapılan piramit denilen mezarlar ile tapınaklar en önemli sanat eserlerini oluşturur. Keops piramidi, Mikerinos piramidi ve Karnak Tapınağı ile Luksor Tapınağı ünlü eserleridir.
- Mısır önce Pers istilasına uğradı, ardından M.Ö Makedonyalı Büyük İskender tarafından işgal edildi.
ANADOLU UYGARLIKLARI
HİTİTLER: · M.Ö 2000 yıllarında Anadolu’ya gelerek Kızılırmak çevresinde devlet kurmuşlardır.· Başkentleri Hattuşaş ( Boğazköy) şehridir. Çorum yakınlarındadır.· Hititliler Suriye’yi ele geçirmek için Mısırlılarla savaşmışlardır.Bu savaşın sonunda iki devlet arasında Kadeş Antlaşması imzalandı.· Kadeş Antlaşması (M.Ö 1280) Dünya tarihinde iki devlet arasında yapılan ilk antlaşmadır.•Hitit Devleti M.Ö 1200 yılında Anadolu’ya gelen Frigyalılar tarafından yıkıldı.
FRİGYALILAR:•M.Ö 1200 yıllarında Hititlerin yıkıldığı bölge üzerinde ve Ankara ,Eskişehir ,Afyon dolaylarında devlet kurdular.•Devletin başkenti Ankara’nın Polatlı ilçesi yakınlarındaki Gordion şehridir.•Frigyalılar krallarına Midas ünvanı verirlerdi. •Tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlardır.Tarım ve hayvancılıkla ilgili sert kanunlar koymuşlar tarıma ve hayvancılığa zarar verenleri şiddetle cezalandırmışlardır.•Frigyalılar M.Ö 7.yüzyılda Kafkaslardan Anadolu’ya gelen Lidyalılar tarafından yıkılmıştır.
LİDYALILAR:· Gediz ve Büyük Menderes ırmakları arasında kurulmuştur.· Kral Giges zamanında bağımsız bir devlet kurmuşlardır.· Başkentleri Sard şehridir.( Bugünkü Manisa-Salihli yakınlarındadır.)· Ticaretle uğraşmışlardır.Kral Giges Efes’ten başlayıp Mezopotamya’ya kadar uzanan Kral Yolu’nu yaptırmıştır.· Ticaretteki bu gelişmeler nedeniyle Lidyalılar tarihte ilk kez parayı icad ettiler.· Lidyalılar M.Ö 547 yılında Anadolu’yu işgal eden Persler tarafından yıkıldılar.
URATULAR:· M.Ö 900 yılında Doğu Anadolu’da kuruldu.· Başkenti Tuşpa(Van) şehridir.· Maden işlemeciliğinde ilerlemişlerdir.· Tarımla ve hayvancılıklada uğraşmışlardır.Van ovasını sulamak için yaptıkları su kanalları günümüzde bile kullanılmaktadır.· Urartu Devleti M.Ö 600 yılında Medler tarafından yıkılmıştır.
İYONYALILAR:· M.Ö 1200 yıllarında Yunanistan’dan göç ederek Ege kıyılarına yerleşen Akalar tarafından kuruldu.· Akalar Ege kıyılarında 12 ayrı şehir kurmuşlar ve şehir devletleri halinde yaşamışlardır.· En önemli İyon şehirleri İzmir,Efes,Milet,Foça’dır.· Her şehrin başında ayrı bir kral bulunuyordu.Bundan dolayı hiçbir zaman güçlü bir krallık kuramamışlar ve ayrı ayrı şehir devletleri halinde yaşamışlardır.Siyasi birlik yoktur.· İyonyalılar denizcilikte ileri gitmişlerdir.Ancak zamanla Lidyalıların,Perslerin ve Romalıların egemenliğine girerek kaybolmuşlardır.
İLK ÇAĞDA ANADOLU`DA KURULAN DEVLETLERDE KÜLTÜR VE UYGARLIK
DEVLET YÖNETİMİ:· İlk Çağ’da Anadolu’da kurulan bütün devletler krallıkla yönetiliyordu.· Hititler’de kraliçelerde geniş yetkilere sahipti.· Hititler’de Tavananna ünvanı verilen ana kraliçe, kral olmadığı zaman devleti kral adına yönetirdi.· Hititler’de Pankuş adı verilen meclis vardı.Bu mecliste önemli devlet meseleleri görüşülürdü.Bu meclis gerektiğinde kral ve kraliçeyi yargılardı.Hatta mahkum bile edebilirdi.· İyonlarda şehir devletleri yönetimi önce krallar sonra soylular, daha sonra demokratik hükümetler tarafından yönetilmiştir.
DİN VE İNANIŞ:· İlk Çağ’da Anadolu’da kurulan devletlerin hepside çok tanrılı dine inanıyorlardı.(Politeizm)· Hititler’de tanrı sayısı çok fazla olduğundan Hititlerin ülkesine “Bin Tanrı İli” denirdi.· İnanışlarına göre tanrılar aynen insanlara benzer ve insanlar gibi yaşardı.· Frigyalılar tarımla uğraştıklarından bu durum dinlerine de yansımıştır.Frigyalıların en büyük tanrısı toprak ve bereket tanrısı olan Kibela’dır.· Lidyalılar İyonlardan etkilenerek onların tanrılarına tapmışlardır.· Lidyalılar, Artemis,Zeus,Apollo gibi pek çok Yunan tanrısını İyonlardan alarak kendi tanrıları haline getirmişlerdir.· İlk Çağ uygarlıklarından bazıları öldükten sonra dirilmeye inanırlardı.Bundan dolayı mezarlarını kayaları oyarak oda şeklinde yaparlar ve içlerine çeşitli eşyalar koyarlardı.· Tanrılara kurban keserler ve tanrılarına yiyecek ve içecek sunarlardı.
SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT:· Anadolu’da kurulan İlk Çağ medeniyetlerinde insanlar eşit hak ve özgürlüklere sahip değillerdi.· Ülke sosyal sınıflara ayrılmış durumdaydı.Hititler’de Kral ve ailesi,soylular,rahipler ,askerler ve köleler olmak üzere sınıflar vardı.Bu sınıfların ayrı ayrı hakları vardı.Kölelerin ise hemen hemen hiçbir hakkı yoktu.· Hititler’de sınıflar arası ilişkiler kanunlarla belirlenmişti.Mal sahibi olma,miras,evlenme , boşanma kanunlarla belirtilmişti.· Frigyalılar tarıma önem verdikleri için sert kanunlar koymuşlardır.Sabanını kıran öküzünü öldürene ölüm cezası vermişlerdir.· Lidyalılar kara ticaretine önem vermişler ve Kral Giges Ege kıyılarından başlayan ve Mezopotamya’ya kadar uzanan “Kral Yolu’nu” yapmışlardır.Böylece ticaret canlanmıştır.· Lidyalılar parayı tarihte ilk defa icat ettiler.· İyonyalılar deniz ticaretinde ileri gittiler ve Akdeniz ve Karadeniz’de koloniler kurdular.
YAZI,DİL,BİLİM, EDEBİYAT ,SANAT:· Hititler ve Urartular çivi yazısı ve resim yazısı(hiyeroglif) kullanmışlardır.· Lidyalılar,İyonyalılar ve Frigyalılar ise Fenikeliler’den aldıkları alfabeyi kullandılar.· Hititler Mezopotamya medeniyetlerinin destanlarını tercüme edip kullanmışlardır.· Hititler tarih yazıcılığına önem vermişler ve Anal adı verilen yıllıklar yazmışlar ve bir yıl içinde meydana gelen olaylar tarafsız olarak yazılıp tanrılara sunulmuştur.· Anadolu’da bilim ve sanatın gelişmesinde Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarının etkisi görülür.· İyonya’da bilim ve sanat çok gelişmiştir.Bunun sebebi deniz ticaretiyle uğraşmaları uygarlıkların kesiştiği yerde olması bilimin zengin kişilerce desteklenmesi Ön Asya’dan gelen yolların bitiş yerinde olması bilimin gelişmesini sağlamıştır.· Tales,Diyojen, Pisagor,Heredot,Homeros gibi bilim adamları İyonya’da yaşamışlardır.
ÇEVRE UYGARLIKLAR VE ANADOLU`YA ETKİLERİ· İlk Çağ’da Anadolu’yu en fazla etkileyen uygarlık merkezi Mezopotamya olmuştur.· Mezopotamya iki nehir arası demek olup Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgeye denir.· İlk Çağ’da Mezopotamya’da kurulan devletler ;Sümerler,Babilliler,Asurlular ve Akadlardır.
SÜMERLER:· Mezopotamya’da kurulan ilk uygarlık Sümerlerdir. M.Ö 3500’de Orta Asya’dan gelerek Mezopotamya’da devlet kurmuşlardır.· Kanallar açmışlar ve bataklıkları kurutarak tarım ve hayvancılık yapmışlardır.· Tarihte ilk yazıyı Sümerler bulmuşlar ve kullanmışlardır.( Çivi yazısı) M.Ö 3200 · Not: Yazının bulunmasıyla tarih devirleri başlamıştır.· İlk yazılı kanunlar, ilk takvim, ilk matematik bilgileri de yine Sümerlere aittir.· Sümerler çok tanrılı dine inanırlar ve Ziggurat adı verilen tapınaklarında tanrılarına tapınırlardı ve kurban keserlerdi.· Sümerler Mezopotamya’da kurulan Akadlar tarafından son verilmiştir.
BABİLLER:· Aşağı Mezopotamya’da kurulmuştur.· Devletin en güçlü zamanı kral Hammurabi zamanıdır.Kral Hammurabi Sümer kanunlarını geliştirerek uygulamıştır.( Hammurabi Kanunları diye bilinir)· Babil , dünyanın yedi harikasından biri olan “Babil’in Asma Bahçeleriyle” ünlüdür.· Babilliler M.Ö 6.yüzyılda Persler tarafından yıkılmıştır
ASURLULAR:· Yukarı Mezopotamya’da kurulmuştur.Ninova şehri başkenttir.· Asurlular ticaretle uğraşmışlardır.Anadolu,Mısır ve Mezopotamya arasında ticaret yapmışlardır.· Asurlular ticaret amacıyla Anadolu’ya geldiklerinde yazıyı da beraberinde getirmişlerdir.Böylece Anadolu hem yazıyı öğrenmiş hem de tarih çağlarına girmiştir.· Asurlular M.Ö 612 yılında Pers egemenliğine girmiştir.
AKADLAR:· M.Ö 2300 lü yıllarda Arabistan’dan gelerek Mezopotamya’da devlet kurdular.· Akadlar; Elam,Asur,Doğu Anadolu ve Akdeniz’i fethederek imparatorluk kurdular.· M.Ö 2150 yıllarında kuzeyden gelen Gutiler tarafından yıkılmıştır.
ANADOLU`YU ETKİLEYEN TOPLUMLAR• İran’da hüküm süren Persler M.Ö 6.yüzyılda Anadolu’ya gelerek 200 yıl hüküm sürdüler.· M.Ö 7.yüzyılda kurulan Makedonya Devleti’nin kralı olan İskender Asya seferine çıkarak Anadolu Mısır ,Suriye,İran ve Hindistan’ı ele geçirmiş ve sefer dönüşü ölünce ülke küçük krallıklara bölünmüştür.Bunlardan biriside Batı Anadolu’daki Bergama krallığıdır.Bergama krallığı zamanında bilim ve kültür önem kazanmıştır.Parşömen(Bergamon) kağıdı icat edilmiş ve bilgiler kalıcı hale getirilmiştir.· M.Ö 753’te İtalya’da kurulan Roma İmparatorluğu M.Ö 60 ‘lı yıllarda sınırlarını hızla genişletmiş ve Anadolu,Mısır,Suriye ve Kuzey Afrika’yı ele geçirerek büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Anadolu’da Roma dönemine ait mimari eserler vardır.Bunlar; İstanbul’da Bozdoğan kemeri ve Çemberlitaş, Ankara’da ise Ogüst Mabedi( Tapınağı) ve Roma Hamamıdır.· Roma İmparatorluğu M.S 395 yılında Batı Roma ve Doğu Roma ( Bizans İmp.) olmak üzere ikiye ayrıldı.Doğu Roma’dan (Bizans’tan ) günümüze pek çok mimari eser kalmıştır bunların en önemlisi İstanbul’daki Ayasofya , Yerebatan Sarnıcıdır. · Doğu Akdeniz kıyılarında denizcilikle uğraşan Fenikeliler buldukları 22 harflik alfabeleriyle Anadolu’yu ve Dünyayı etkileyerek katkıda bulunmuşlardır.· Mısır uygarlığı ise kullandıkları resim yazısı(Hiyeroglif), güneş yılı esaslı takvim ile tıp , matematik , astronomi alanlarında dünya medeniyetine katkıda bulunmuşlardır.
FRİGYALILAR:•M.Ö 1200 yıllarında Hititlerin yıkıldığı bölge üzerinde ve Ankara ,Eskişehir ,Afyon dolaylarında devlet kurdular.•Devletin başkenti Ankara’nın Polatlı ilçesi yakınlarındaki Gordion şehridir.•Frigyalılar krallarına Midas ünvanı verirlerdi. •Tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlardır.Tarım ve hayvancılıkla ilgili sert kanunlar koymuşlar tarıma ve hayvancılığa zarar verenleri şiddetle cezalandırmışlardır.•Frigyalılar M.Ö 7.yüzyılda Kafkaslardan Anadolu’ya gelen Lidyalılar tarafından yıkılmıştır.
LİDYALILAR:· Gediz ve Büyük Menderes ırmakları arasında kurulmuştur.· Kral Giges zamanında bağımsız bir devlet kurmuşlardır.· Başkentleri Sard şehridir.( Bugünkü Manisa-Salihli yakınlarındadır.)· Ticaretle uğraşmışlardır.Kral Giges Efes’ten başlayıp Mezopotamya’ya kadar uzanan Kral Yolu’nu yaptırmıştır.· Ticaretteki bu gelişmeler nedeniyle Lidyalılar tarihte ilk kez parayı icad ettiler.· Lidyalılar M.Ö 547 yılında Anadolu’yu işgal eden Persler tarafından yıkıldılar.
URATULAR:· M.Ö 900 yılında Doğu Anadolu’da kuruldu.· Başkenti Tuşpa(Van) şehridir.· Maden işlemeciliğinde ilerlemişlerdir.· Tarımla ve hayvancılıklada uğraşmışlardır.Van ovasını sulamak için yaptıkları su kanalları günümüzde bile kullanılmaktadır.· Urartu Devleti M.Ö 600 yılında Medler tarafından yıkılmıştır.
İYONYALILAR:· M.Ö 1200 yıllarında Yunanistan’dan göç ederek Ege kıyılarına yerleşen Akalar tarafından kuruldu.· Akalar Ege kıyılarında 12 ayrı şehir kurmuşlar ve şehir devletleri halinde yaşamışlardır.· En önemli İyon şehirleri İzmir,Efes,Milet,Foça’dır.· Her şehrin başında ayrı bir kral bulunuyordu.Bundan dolayı hiçbir zaman güçlü bir krallık kuramamışlar ve ayrı ayrı şehir devletleri halinde yaşamışlardır.Siyasi birlik yoktur.· İyonyalılar denizcilikte ileri gitmişlerdir.Ancak zamanla Lidyalıların,Perslerin ve Romalıların egemenliğine girerek kaybolmuşlardır.
İLK ÇAĞDA ANADOLU`DA KURULAN DEVLETLERDE KÜLTÜR VE UYGARLIK
DEVLET YÖNETİMİ:· İlk Çağ’da Anadolu’da kurulan bütün devletler krallıkla yönetiliyordu.· Hititler’de kraliçelerde geniş yetkilere sahipti.· Hititler’de Tavananna ünvanı verilen ana kraliçe, kral olmadığı zaman devleti kral adına yönetirdi.· Hititler’de Pankuş adı verilen meclis vardı.Bu mecliste önemli devlet meseleleri görüşülürdü.Bu meclis gerektiğinde kral ve kraliçeyi yargılardı.Hatta mahkum bile edebilirdi.· İyonlarda şehir devletleri yönetimi önce krallar sonra soylular, daha sonra demokratik hükümetler tarafından yönetilmiştir.
DİN VE İNANIŞ:· İlk Çağ’da Anadolu’da kurulan devletlerin hepside çok tanrılı dine inanıyorlardı.(Politeizm)· Hititler’de tanrı sayısı çok fazla olduğundan Hititlerin ülkesine “Bin Tanrı İli” denirdi.· İnanışlarına göre tanrılar aynen insanlara benzer ve insanlar gibi yaşardı.· Frigyalılar tarımla uğraştıklarından bu durum dinlerine de yansımıştır.Frigyalıların en büyük tanrısı toprak ve bereket tanrısı olan Kibela’dır.· Lidyalılar İyonlardan etkilenerek onların tanrılarına tapmışlardır.· Lidyalılar, Artemis,Zeus,Apollo gibi pek çok Yunan tanrısını İyonlardan alarak kendi tanrıları haline getirmişlerdir.· İlk Çağ uygarlıklarından bazıları öldükten sonra dirilmeye inanırlardı.Bundan dolayı mezarlarını kayaları oyarak oda şeklinde yaparlar ve içlerine çeşitli eşyalar koyarlardı.· Tanrılara kurban keserler ve tanrılarına yiyecek ve içecek sunarlardı.
SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT:· Anadolu’da kurulan İlk Çağ medeniyetlerinde insanlar eşit hak ve özgürlüklere sahip değillerdi.· Ülke sosyal sınıflara ayrılmış durumdaydı.Hititler’de Kral ve ailesi,soylular,rahipler ,askerler ve köleler olmak üzere sınıflar vardı.Bu sınıfların ayrı ayrı hakları vardı.Kölelerin ise hemen hemen hiçbir hakkı yoktu.· Hititler’de sınıflar arası ilişkiler kanunlarla belirlenmişti.Mal sahibi olma,miras,evlenme , boşanma kanunlarla belirtilmişti.· Frigyalılar tarıma önem verdikleri için sert kanunlar koymuşlardır.Sabanını kıran öküzünü öldürene ölüm cezası vermişlerdir.· Lidyalılar kara ticaretine önem vermişler ve Kral Giges Ege kıyılarından başlayan ve Mezopotamya’ya kadar uzanan “Kral Yolu’nu” yapmışlardır.Böylece ticaret canlanmıştır.· Lidyalılar parayı tarihte ilk defa icat ettiler.· İyonyalılar deniz ticaretinde ileri gittiler ve Akdeniz ve Karadeniz’de koloniler kurdular.
YAZI,DİL,BİLİM, EDEBİYAT ,SANAT:· Hititler ve Urartular çivi yazısı ve resim yazısı(hiyeroglif) kullanmışlardır.· Lidyalılar,İyonyalılar ve Frigyalılar ise Fenikeliler’den aldıkları alfabeyi kullandılar.· Hititler Mezopotamya medeniyetlerinin destanlarını tercüme edip kullanmışlardır.· Hititler tarih yazıcılığına önem vermişler ve Anal adı verilen yıllıklar yazmışlar ve bir yıl içinde meydana gelen olaylar tarafsız olarak yazılıp tanrılara sunulmuştur.· Anadolu’da bilim ve sanatın gelişmesinde Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarının etkisi görülür.· İyonya’da bilim ve sanat çok gelişmiştir.Bunun sebebi deniz ticaretiyle uğraşmaları uygarlıkların kesiştiği yerde olması bilimin zengin kişilerce desteklenmesi Ön Asya’dan gelen yolların bitiş yerinde olması bilimin gelişmesini sağlamıştır.· Tales,Diyojen, Pisagor,Heredot,Homeros gibi bilim adamları İyonya’da yaşamışlardır.
ÇEVRE UYGARLIKLAR VE ANADOLU`YA ETKİLERİ· İlk Çağ’da Anadolu’yu en fazla etkileyen uygarlık merkezi Mezopotamya olmuştur.· Mezopotamya iki nehir arası demek olup Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgeye denir.· İlk Çağ’da Mezopotamya’da kurulan devletler ;Sümerler,Babilliler,Asurlular ve Akadlardır.
SÜMERLER:· Mezopotamya’da kurulan ilk uygarlık Sümerlerdir. M.Ö 3500’de Orta Asya’dan gelerek Mezopotamya’da devlet kurmuşlardır.· Kanallar açmışlar ve bataklıkları kurutarak tarım ve hayvancılık yapmışlardır.· Tarihte ilk yazıyı Sümerler bulmuşlar ve kullanmışlardır.( Çivi yazısı) M.Ö 3200 · Not: Yazının bulunmasıyla tarih devirleri başlamıştır.· İlk yazılı kanunlar, ilk takvim, ilk matematik bilgileri de yine Sümerlere aittir.· Sümerler çok tanrılı dine inanırlar ve Ziggurat adı verilen tapınaklarında tanrılarına tapınırlardı ve kurban keserlerdi.· Sümerler Mezopotamya’da kurulan Akadlar tarafından son verilmiştir.
BABİLLER:· Aşağı Mezopotamya’da kurulmuştur.· Devletin en güçlü zamanı kral Hammurabi zamanıdır.Kral Hammurabi Sümer kanunlarını geliştirerek uygulamıştır.( Hammurabi Kanunları diye bilinir)· Babil , dünyanın yedi harikasından biri olan “Babil’in Asma Bahçeleriyle” ünlüdür.· Babilliler M.Ö 6.yüzyılda Persler tarafından yıkılmıştır
ASURLULAR:· Yukarı Mezopotamya’da kurulmuştur.Ninova şehri başkenttir.· Asurlular ticaretle uğraşmışlardır.Anadolu,Mısır ve Mezopotamya arasında ticaret yapmışlardır.· Asurlular ticaret amacıyla Anadolu’ya geldiklerinde yazıyı da beraberinde getirmişlerdir.Böylece Anadolu hem yazıyı öğrenmiş hem de tarih çağlarına girmiştir.· Asurlular M.Ö 612 yılında Pers egemenliğine girmiştir.
AKADLAR:· M.Ö 2300 lü yıllarda Arabistan’dan gelerek Mezopotamya’da devlet kurdular.· Akadlar; Elam,Asur,Doğu Anadolu ve Akdeniz’i fethederek imparatorluk kurdular.· M.Ö 2150 yıllarında kuzeyden gelen Gutiler tarafından yıkılmıştır.
ANADOLU`YU ETKİLEYEN TOPLUMLAR• İran’da hüküm süren Persler M.Ö 6.yüzyılda Anadolu’ya gelerek 200 yıl hüküm sürdüler.· M.Ö 7.yüzyılda kurulan Makedonya Devleti’nin kralı olan İskender Asya seferine çıkarak Anadolu Mısır ,Suriye,İran ve Hindistan’ı ele geçirmiş ve sefer dönüşü ölünce ülke küçük krallıklara bölünmüştür.Bunlardan biriside Batı Anadolu’daki Bergama krallığıdır.Bergama krallığı zamanında bilim ve kültür önem kazanmıştır.Parşömen(Bergamon) kağıdı icat edilmiş ve bilgiler kalıcı hale getirilmiştir.· M.Ö 753’te İtalya’da kurulan Roma İmparatorluğu M.Ö 60 ‘lı yıllarda sınırlarını hızla genişletmiş ve Anadolu,Mısır,Suriye ve Kuzey Afrika’yı ele geçirerek büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Anadolu’da Roma dönemine ait mimari eserler vardır.Bunlar; İstanbul’da Bozdoğan kemeri ve Çemberlitaş, Ankara’da ise Ogüst Mabedi( Tapınağı) ve Roma Hamamıdır.· Roma İmparatorluğu M.S 395 yılında Batı Roma ve Doğu Roma ( Bizans İmp.) olmak üzere ikiye ayrıldı.Doğu Roma’dan (Bizans’tan ) günümüze pek çok mimari eser kalmıştır bunların en önemlisi İstanbul’daki Ayasofya , Yerebatan Sarnıcıdır. · Doğu Akdeniz kıyılarında denizcilikle uğraşan Fenikeliler buldukları 22 harflik alfabeleriyle Anadolu’yu ve Dünyayı etkileyerek katkıda bulunmuşlardır.· Mısır uygarlığı ise kullandıkları resim yazısı(Hiyeroglif), güneş yılı esaslı takvim ile tıp , matematik , astronomi alanlarında dünya medeniyetine katkıda bulunmuşlardır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)